Sıkıntıdan terlemiş, bir yandan gözleri yaşarmış, bir yandan burnu akmak üzere, hapşırdı hapşıracak haldedir. Önemsemez bu somurtkanlığı. Eczacı hanım önce eczanede mendil olmadığını söyler. Neden sonra, zorla yerinden kalkar, bir parça pamuk getirip kullanmasını önerir. Alerjisi tutan hanım, pamuğa dokunamaz bile.
Eczacı, istenen ilacı verir, ücretini söyler. Ama bu kez de hanım parasının yetersiz olduğunu görür. Kredi kartı önerir, cihaz yoktur eczanede. Sıkılır, daralır. Eczacıdan, “Tamam, bu kadar sıkılma. Sen bir an önce iç ilacını, yabancı mıyız? Sonra getirirsin parasını” demesini bekler. Eczanenin sahibi, bunu söylemez, hatta “Şöyle bir otur önce sakinleş” bile demez… Genç kadın ilacı alır, burnunu çekerek dışarı çıkar… Az ötedeki bakkaldan bir şişe su ve mendilini alır, dükkanın köşesinde uzatılan iskemleye biraz oturur, sakinleşir…
Bir başka semtte yaşlı bir kadın, sağlık ocağından çıkar. Ocağın köşesindeki eczaneye girer. Eczanenin sahibi hanım, “Hoş geldiniz teyzeciğim” diye neşeyle ve güler yüzle karşılar kendisini. Kadın ilk defa gider oysa bu eczaneye. Hal hatır sorar. Doktorun yazdığı ilaçları nasıl kullanacağına ilişkin bilgilendirir. Kadıncağız soluklanır, çayını içer. Gülerek, dualarla ayrılır eczaneden…
İzmir Eczacı Odası Başkanı Eczacı Tuncay Sayılkan, İzmir’de ilçeler dahil bizlere hizmet veren 1700 eczane olduğunu söylüyor. Eczanelerin tüm kentliler için giderek “sağlık sorunlarını danışma merkezlerine” dönüştüğünü gördüğümüzü söyleyince Sayılkan, “Ben eczaneleri, kapısı olmayan sağlık danışma merkezleri olarak tanımlıyorum. Eczaneler çok önemli bir işlevi yerine getiriyor artık. Hatta öyle ki insanlar sadece sağlık sorunlarını danışmıyorlar arkadaşlarımıza. Aile sorunlarını, hangi partiye oy vereceklerini, eşiyle çocuklarıyla ilgili problemlerini konuşuyorlar” diyor.
Kendisinin de 15 yıldır semt eczacılığı yaptığını söyleyen Tuncay Sayılkan bu saptamalarımızı bizzat yaşadığını dile getiriyor. Aktardığımız ilk olayı, 1700 eczane içinde ancak bir iki yerde yaşanabilecek “nadir ve tatsız bir örnek” olarak tanımlıyor ve ekliyor:
“Biz geçen yıldan bu yana, hastayla etkin iletişimde eczacının rolü üzerine çok yoğun eğitimler veriyoruz arkadaşlarımıza. Eczanenin kapısından içeriye giren herkesin bir sağlık sorunu olabileceğinin unutulmaması gerektiğini vurguluyoruz sık sık. Eczacılarımız bu yüzden, ilaçların alınan gıdalarla etkileşimlerine kadar pek çok konuda hastaları bilgilendiriyorlar. Çünkü bu eczacının da görevi. Bizim amacımız sadece, ilacı raftan alıp hastaya vermek olamaz.”
Sayılkan’dan öğreniyoruz ki, İzmir eczaneler açısından çok şanslı bir kent. Hatta öyle şanslı ki; tüm ülkede 3 bin 500 kişiye bir eczane düşerken, İzmir’de, 1600 kişiye bir eczane düşüyor. “Hastalar açısından iyi bir durum ama eczacılar açısından öyle değil. Aynı semtte yan yana olan eczanelerin ekonomik açıdan sıkıntı yaşamasına yol açıyor bu durum” diyor Eczacı Odası Başkanı.
Bu nedenle İzmir Eczacı Odası’nın da içinde bulunduğu bir komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne “nüfusa göre eczane sayısının sınırlanmasına ilişkin” bir önerge vermiş. “Bir eczanenin diğerine uzaklığının 100 metre olması, okuldan mezun olanların en az bir yıl geçtikten sonra eczane açması ve 65 yaşından sonra emekli olunması ya da eczanede bir genç eczacının çalıştırılması” gibi önerilerin de bulunduğunu söylüyor Sayılkan.
14 Mayıs Eczacılar Günü. Türkiye’de yılda 1000 eczacının mezun edildiğini ve bunların yüzde 80’nin bir eczane açtığını öğrendik oda başkanından. Bir de eğitimi son derece ağır bir meslek olan eczacılığın, mezuniyet sonrası iş bulma sıkıntısı olmayan ender mesleklerden olduğunu.
Görüyoruz ki; eczaneler semtlerin muhtarları, sağlık ocakları gibi danışma noktaları olma yolunda hızla gelişiyorlar. Dileğimiz, bu güzel mesleğin üyelerinin, içlerindeki çürük dişleri, ama eğitimle ama uyarıyla kısa zamanda temizlemesi…
Category: Köşe yazıları