Belediye otobüsüyle seyahat edenlerin sık sık duyduğu, hatta kullandığı klasikleşmiş cümleler vardır: “İlerleyelim beyler”, “Arkalar bomboş”, “Şimdiki gençler böyle, kalkıp bir yer vermiyorlar”…
Sabah okula, işe giderken, akşam okuldan, işten dönerken, yani “zirve saatlerde” sık sık duyardınız bu sözleri. Artık sadece “zirve saatlerde” değil, neredeyse günün her saatinde duyuyorsunuz.
Dün de Konak’tan Üçkuyular yönüne gitmek üzere bindiğim belediye otobüsünün yolcu almak için durduğu ilk duraktan itibaren duymaya başladım “otobüs edebiyatının klasiklerini”. Araç tıka basa dolu olmasına karşın, “Kim bilir öteki otobüs ne zaman gelir?” diye düşündüklerinden olsa gerek, duraktakiler birbirini iteleyerek binmeye çalışıyorlar.
Ara durakta ineceğim için her zaman yaptığım gibi en arkaya doğru ilerlemiştim. İyi ki öyle yapmışım. Elimdeki paketi yaşlı bir teyzenin korumasına almasıyla güç bela tutunabildiğim otobüste, yerimden kıpırdayamadan uzunca bir süre gittik. Zaten kıpırdasam nereye gideceğim? Her durakta aynı sözler: “İlerleyelim beyler, durakta çok yolcu var.”
Bir ara yolculardan birisi dayanamayıp şoföre çıkıştı: “Arkadan gelen otobüse binsinler artık, kucağımıza mı oturtacaksınız yolcuları şoför bey?..”
Bu sözleri duyunca gülmek geldi içimden. Bir an yolcuların kucaklarında oturmuş diğer yolcuları düşledim. Örneğin elimden paketimi alan, temiz titiz olduğu her halinden belli teyzenin kucağında, yanımdaki saçı başı jöleli, kotu son moda, ter kokusu geniz yakan genç çocuk. Ya da şu kocaman göbekli amcanın kucağında kıyafetiyle, “Ben güne gidiyorum ayol” diye arkadaşına laf yetiştiren hanımefendi.
Bu sefer denk geldiğim şoför, “halkla ilişkiler” kursundan geçenlerden olsa gerek, hiçbir şey demedi, başını çevirip dışarı baktı, derin bir iç çekişiyle. Kaç kere şahit oldum böyle küçücük bir laf atışla başlayıp, zembereğinden boşalmış gibi içini döken şoför – yaşlı amca, şoför – genç bayan, şoför – öğrenci , sonra da yolcu – yolcu tartışmasına…
Otobüsler kalabalık, insanlar gergin… Kimse kimsenin halinden anlayacak, kimse kimseye yardımcı olacak noktada değil. Güç bela otobüse binmeye çalışan özürlü insanlara, yürümeye mecali olmadığı halde sokağa çıkıp otobüse binmeye çalışan yaşlılara bile elinden tutup otobüse binmesine yardım çok az. Pek çok otobüste “Gazilere, hamilelere yer verelim gibi uyarıcı yazıları”, “Lütfen cep telefonlarınızı kapatınız” yazılarıyla yer değiştirmiş zaten.
Çoğu kez otobüs şoförlerine kızıyoruz. “El ettim durmadı,” “Otobüsten inerken hareket etti, az kaldı düşüyordum” ,”Günaydın dedim yüzüme bile bakmadı” diye. Yakınlarımız içinde bu nedenlerle sakat kalmış, tedavi görmüş insanlar var.
Otobüslerin temiz olmadığından yakınıyoruz. Tutunduğumuz demirlerin, korkulukların pisliğinden, koltukların kirliliğinden yakınıyoruz. Otobüsün içine girdiğimiz andan itibaren havasızlıktan, kötü kokudan yakınıyoruz.
“Otobüsler hızlı gidiyor, kimi şoförler kırmızı ışık filan takmayıp, durmuyorlar” diyoruz. Peki biz ne yapıyoruz? Duraklarda sıraya girmiyoruz, otobüse bindiğimizde ilerlemiyoruz, elimizdeki mendili, çöpü hala yerlere atıyoruz. Cep telefonumuzu ısrarla kapatmıyoruz. Uyarıldığımızda, “sen kendi işine bak kardeşim” diye tersliyoruz bir de karşımızdakileri.
Durakta bekleyen onca insanı dikkate almadan bir otobüsün arkasına bile ilerlemeyi başaramazken, birlik olup, güç olup ülkece nasıl ilerleyeceğiz, zorlukları nasıl aşacağız bilmem… Küçücük sorunları bile çözmede birlik olamamışken, en ufak kıvılcımda parlarken, karşımızdakini dinlemeyi hala öğrenememişken, yanı başımızdaki tehditleri nasıl görüp, aşacağız korkuyorum…
Yazar Saadet Erciyas’ın önceki “Kent-Yaşam” yazıları:
[catlist id=18 pagination=no]