Kapısında “satışımız toptandır” yazan bir penyeciye, kapı önüne çıkardığı mankenin üzerindeki giysiyi hangi mağazada bulabileceğimi soruyorum, “Beğendiysen verelim abla” diyor. Geçmiş yıllarda “Taneyle alabilir miyiz?” diye sorunca yüzümüze bakmayan satıcının tavrı şaşırtıyor beni. Bir iki dükkanda daha deneme yapıyorum, yanıt değişmiyor: “Beğendiysen alabilirsin abla…”
Çarşıya inmeyeli epey olmuştu. Bir kaç ay öncesinde gördüğüm dükkanların vitrinleri, tabelaları, sattıkları mallar değişmiş.Kapanıp, yerine yenileri açılmış.
Yıllardır babasından devraldığı işyerinde sütlü tatlıları, “babaannesinin lezzetiyle satan” eski gazeteci arkadaşımız Sehap Aksüt’ün dükkanına kapıdan uğruyorum. “Tatlı satıyoruz ama tadımız yok ne yazık ki” diyor. Sabah bal kaymakla kahvaltıya gelen müşterileriyle dolu olan dükkan, kahvaltı saati olmasına karşın sakin. Onun da karşı köşesinde incik boncuk, bujiteri satan dükkan, zeytinyağcı olmuş.
Çarşı Çin malı çiçek satan dükkanlarla dolu. Bir de züccaciye ürünleri yığılmış kapılara yığınla. Onlar da Çin malı elbette…
Kemeraltı’nda çığırtkanlığa son vermek için kampanyalar düzenlense de, artık neredeyse her dükkanın önünde kendi elemanları çığırtkanlık yapıyor. Sadece yol ortalarında, seyyar satıcılar yok eskisi gibi. Ama esnaf zaten dükkanını, seyyarlar gibi kapısının önüne taşımış.
Daha yaz sezonuna gireli az bir zaman olmasına karşın, dükkanlar mallarını satmak için ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Hani neredeyse, “Bedava veriyoruz, gelin alın” demedikleri kalmış. Anneler Günü’nden sonra, mezuniyet geceleri, Babalar Günü esprisiyle vitrinlerde bir sürü indirim fırsatı reklamı yer alıyor. Yine de yüzler gülmüyor.
Kemeraltı’nın eski esnaflarından, nazar boncuk imalatçı ve toptancısı Hüseyin Alp’e, “Evde takı furyası işlerinizi hareketlendirmiştir” diye sorunca “O iş bize göre çoktan bitti. Neredeyse her evde en az 500 milyonluk takı malzemesi var. Takıp takıp çıkıyor sokağa herhalde bayanlar” diyor. Takı furyasından sonra Kemeraltı’nda bir sürü boncuk malzemesi satan dükkan açıldığını söyleyen Alp, “Daha çok az bir zaman once, bir arkadaşımız dükkanda bulunan dünyanın malına rağmen 50 milyar hava parasına dükkanını devretti gitti. Ama yine de mecburen talep var diye ithal ürün de getiriyoruz. Boncuk yerini çiçekçilere bırakıyor şimdi. O furya da geçer elbette” diyor.
Kemeraltı’ndan Yeni Konak Mağazası’na yol alırken, arada kalmış, küçücük bir dükkandan aniden bastıran yağmur nedeniyle ucuz şemsiyelerden alıyorum. “Siz burada bir hayli eskisiniz” deyince, güler yüzlü satıcı bayan, “Biz babamızın işini sürdürüyoruz. Eskiler azaldı ama biz çok şükür ayaktayız” diyor alçak gönüllülükle…
Hayırlı işler dileyip, ayak üstü sohbet ederek ayrıldığım Kemeraltı’nın eski esnafından, üç yıldır açık hava tezgahında çiçek satan Aysel Abla’ya uğruyorum. “Bu sefer çiçek almadan kaçmak yok” diyor. Çardak güllerini paketleyip, çipsofilyalarla bir demet yapıveriyor el çabukluğuyla. “Siz daha bitirmediniz mi sezonu?” deyince, “Yok abla, evde oturup da ne yapacağız? Günde 10-15 lira kar kalsa Allah bereket versin. Evde kim verir bu parayı?” diyor çiseleyen yağmura aldırmadan.
İşin özü arada Kemeraltı’na inmek iyi geliyor. Büyük marketlerin kasada “tutar şu kadar” diyen genç yaşına rağmen, omuzları çökük, yorgun argın duran mekanikleşmiş elemanlarından farklı yüzler görmek insanın içini açıyor.
Esnafla sohbet edip, karşılıklı iyi dileklerde bulunmak iyi geliyor.
Kemeraltı hep ayakta kalmalı…Arada değil, daha sık uğramalı…Çevreye bakınmak bile iyi geliyor insana…
Category: Köşe yazıları