Bizi ziyarete gelen arkadaşım, masamın üzerindeki el ilanını okuyunca şaşkın bir ifadeyle “Aaa, sağlık ocakları kapatılıyor muymuş?” diye sordu. Sora da “Halbuki ben bizim sağlık ocağını yeni keşfettim, çok da memnun kalmıştım” diye devam etti.
Anlaşılan onun da pekçoğumuz gibi başımıza geleceklerden haberi yoktu.
İzmir Sağlık Platformu’nun geçtiğimiz pazar günü düzenlediği, “Sağlıkta Yıkımı Durduralım” mitinginin el ilanını sütanneyi ziyarete gittiğimde gördüm. Sütanne el ilanını okuduğumu görünce anlatıverdi:
“Bu kağıdı bizim sağlık ocağındaki hemşire kızım verdi. Torunlarına, kızlarına ver teyze” dedi. Sağlık ocağımızı kapatacaklarmış galiba. Sağlıkta özelleştirme mi ne yapılıyormuş, ben beyin damarlarımı açan ilacımı da bu yüzden alamıyormuşum Bağ-Kur’dan. Ben ilaçlarımı yazdırmak için hastaneye nasıl gideceğim şimdi? Hem hastanedeki doktor beni nereden tanısın. Halbuki burada doktor Figen kızım da hemşireler de çok yardımcı oluyordu. ”
İzmir Sağlık Platformu’nun dağıttığı el ilanı “Farkında mısınız?” sözleriyle başlıyor. Belli ki, çoğumuzun olacakların farkında omadığını “fark etmiş” hekimler.
Sağlıkta dönüşüm programınca belirlenen pilot adayı illerden olan kentimizdeki sağlık ocaklarının kapatılması durumunda karşılaşacağımız sıkıntılar özetleniyor:
“Toplu bebek ölümleri, verem, kolera, kuş gribi, sarıık gibi bulaşıcı hastalık salgınları neden oluyor hiç düşündünüz mü? Yıllardır devletin parasal desteği kesilerek kamu hastaneleri ve sağlık kurumları işlemez hale getirildi. Sağlık kurumlarında hizmet alabilmek için, cebimizden “Katkı Payı” ödemek zorunda kalıyoruz. Kanser, grip, kemik erimesi, obezite, öksürük ilaçları gibi bir çok ilacı alabilmek artık mümkün değil. 2007 yılında uygulamaya geçilecek Genel Sağlık Sigortası ile ‘paran kadar sağlık’ anlayışıyla yaşamlarımız piyasa ekonomisine terk ediliyor. 127 YTL. geliri olandan aylık 64 YTL. sağlık pirimi isteniyor. ‘Paran yoksa tedavi olma, öl’ deniyor. Emekli maaşı düşürülüyor, emeklilik yaşı yükseltiliyor.”
Sağlık Bakanlığı’nın sitesinde yayınlanan “Aile Hekimliği, Türkiye modeli” adlı kitapçıktaki bilgilere göre, bakanlığa bağlı 650 hastane, 6 bin sağlık ocağı, 6 bin etkin durumda sağlık evi bulunuyor. Sağlık ocaklarının yaşamımızdaki önemini, büyük olasılıkla hayatımızdan çıktıklarında daha iyi anlayacağız.
Kimi zaman apartmanımıza çocukların aşılarını, hamilelerin durumunu sormak için hemşireler geliyor. Semt sakinleriyle öylesine içli dışlı olmuşlar ki, çoğumuzun fark etmediği, görmediği ayrıntılara hakimler…
Sağlık ocağına gittiğinizde ise kucağında çocuklarıyla gelen kimi yoksul ailelerin doktorlardan gördüğü ilgi, yardım karşısındaki minnettarlığı ise göz ardı edilecek gibi değil.
Sağlık ocaklarının semt danışma evi gibi hizmet verdiklerini bile söylemek mümkün.
İster sağlık ocağına gidin, isterseniz devlet ya da üniversite hastanelerine, tüm sağlık kuruluşları her zaman kalabalık. “Herkes hasta galiba” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Devlet hastaneleri, dispanserler, üniversite hastaneleri son derece kalabalık. Hekimlerin size ayırdığı zaman kısıtlı. Bir kaç yıl önce hasta tanıtım kartı hizmeti veren ve telefonla en azından sıra numarası alabildiğiniz Alsancak Devlet Hastanesi’nin bile çoğu polikiliniğinde ancak günler sonrasına randevu alabiliyorsunuz. Neredeyse her sokak başında açılmaya başlayan özel tıp merkezlerine gidebilmek ise elbette ki herkesin harcı değil. İpin ucu kaçmış durumda… Hastalar da hekimler de memnuniyetsiz.
Canımız yanmadan, hekimlerin sesine kulak vermemiz şart. Sağlık ocaklarının kaldırılması için değil, daha iyi hizmet verebilmeleri için destek vermemiz şart.
Çünkü el ilanlarını görüp şaşırdığımız günler, yerini kısa bir süre sonra tahlil faturalarını görüp şaşırdığımız günlere bırakıverecek…
Yazar Saadet Erciyas’ın önceki “Kent-Yaşam” yazıları:
[catlist id=18 pagination=no]