Adıyla övündüğümüz markalardan Paşabahçe’nin büyük bir mağazasında mermerden yapılmış hediyelik eşyaları görünce ne kadar sevindiğimi anlatamam. Üzerinde istanbul gravürleri basılmış, bardak altlıkları çok şık ve sempatik görünüyordu. Ürünü elime aldığımda sevincim yarıda kaldı. Çünkü altında “Made in Italy” yazıyordu. Satıcı şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki, “Mermerimizin ne kadar iyi olduğunu bu işi yapan bir arkadaşım nedeniyle çok iyi biliyorum. Ama ne yazık ki yurt dışından gelenler daha ucuz oluyor. O yüzden mağazalarda yer alıyor. Tıpkı diğer Çin malları gibi. Ama bizdeki Çin malları çarşıdaki gibi kalitesiz değil. Onlar da kalite kalite” diyordu.
Paşabahçe mağazalarında Çin malı vazo, çerçeve, biblo görmek Tariş mağazasında İtalyan malı zeytinyağı ya da üzüm satmak kadar saçma geliyor bana. Küreselleşme konusu elbette ayrı. Ama böyle giderse, bizim üreticimiz alın terinin karşılığını alamazsa ne üretmenin bir anlamı kalır, ne de o insanların yaşama şansı?
İkinci Dünya Savaşı yıllarının ağır koşulları altında tüm ülkemizi sarıveren yerli malı kullanma eğilimi, kampanyaları bugün ne yazık ki ses getirmiyor. Kemeraltı, “Hayırlı Noeller” dileyen kimi sakallı, eli tesbihli esnafın dükkanı önüne yığdığı Çin malı “Noel Babalar”, yılbaşı çamlarıyla dolmuş durumda. Televizyonda ropörtaj yapılan baba, kızına “Hangi Noel Baba’yı alayım sana yavrum?” diye soruyor…
İthal Noel kutlamaları “in”, bayram ziyaretleri ise çoktan “out” oldu…
Kızlarağası Hanı’nda Trabzon dokuması, Buldan bezi, el işi satan dükkan sayısı bir elin parmaklarını geçmezken Nepal, Hindistan ve Çin malı ürünleri satan yerler pıtrak gibi çoğalıyor.
Yerli Malı Haftası’nda yerli malı kullanma bilinci, yalnızca incir, üzüm, Anamur muzu tüketmek olduğu anlatıldı yıllarca okullarda. Yerli malı kullanmanın sadece yerli malı gıdalar tüketmek olduğuna ilişkin garip, yanlış bir kanı yaratıldı. İnternette, bir tarama yaptığınızda “Yerli Malı Haftası’nda okula bir sürü yemek götürür, patlayıncaya kadar yer, hatta midemiz bozulurdu. İsrafın alasını yapardık” diyen, böylesine değerli ve önemli bir anlayışla ne yazık ki dalga geçen yorumlarla karşılaşıyorsunuz…
Çocuklara “Yerli malı kullanın” diyen öğretmenlerin, evdeki büyüklerin davranışlarıyla yarattığı çelişki ne yazık ki bu sözleri işlevsiz bırakıyor. İşsizlik artıyor, kendi el sanatlarımızı üreten zanaatkarları ancak otantik fuarlarda görüyoruz. Ustalar, “İşi bırakabileceğim gençler gelmiyor arkadan” diyorlar üzüntüyle.
Kamu İhale Kurulu’nun kararlarında “Yerli malı belgesi düzenleme esasları” bölümünde yapılan “yerli malı” tanımında,”Tamamen Türkiye’de üretilen veya elde edilen ürünler ile üretim sürecinin önemli bir aşamasınının ve ekonomik yönden gerekli görülen en son esaslı işçilik ve eylemi Türkiye’de yapılan ürünler yerli malı olarak kabul edilir” deniliyor.
Ofiste çevreme baktığımda “Bu tanıma uyan ne kadar az ürün var” demeden edemiyorum. Bilgisayarlar, kullandığımız yazıcılar, fotoğraf makinaları, kablolar, CD’ler, baskılı ürünlerin olduğu kağıtlar, okuduğumuz gazetelerin kağıtları, bizi aydınlatan lamba ve diğerleri…
Arkadaşımın masasındaki yabancı makyaj ürün kataloğu, granül kahve, poşet çay… Çevremiz ne kadar da kuşatılmış. Geriye kala kala, Paşabahçe kavanozların içindeki üzüm, incir, dolaptaki lahana, Anamur muzu, makarna, pirinç kalıyor.
Yerli Malı Haftası da okul anılarında yeralan nostaljik anılardan biri olmaya mahkum ediliyor… Bize yine bir “kalkınma hamlesi” gerekiyor, yerli üretimi destekleyen, milletçe el ele verebileceğimiz bir hamle. Bunu AB fonlarından destekli sivil toplum örgütleri ne kadar örgütler bilemiyorum, ama bildiğim bir şey var; bu konuda yine öğretmenlere çok iş düşüyor… Özellikle de ilköğretimde görevli öğretmenlere…
Category: Köşe yazıları