Modüler sistem tarzı üretilmiş ve gerçekten de küçücük mekanlara inanılmaz pratik önerilerle, ferahlatan çözümler sunan uluslararası firmanın en önemli özelliği fikirleri yaratan tasarımcılara gösterdikleri saygı. Tasarımların yaratıcılarına ait gülümseyen siyah beyaz posterler mağaza içinde her yere asılmış.
Bizim insanlarımız nedense tasarımcıları pek önemsemez. “Ne olacak canım bunu yapmak, biraz sıksam ben de yaparım” demeyi tercih ederiz genellikle.
Okuldan karnımız zil çalar halde döndüğümüzde, o küçücük iğneyle gazocağının tıkanıklığını gidermeye çalışan annemin mutfaktaki halini anımsayınca, keşke o teli alüminyum parçanın ucuna takan bir tasarımcı olsaydı diyorum şimdi. Küçücük de olsa yaşamımızı kolaylaştıran bir ev eşyası tasarlamak, bir kıyafet, bir çamaşır, bir bilgisayar tasarlamak, tasarımı yaşama geçirdikten sonra, kullanımdaki aksaklıklarını tahmin edebilme ön görüsüne sahip olmak… Ciddi bir iş…
Geçtiğimiz günlerde çalıştığımız matbaaya gelen, yıldızı yeni yeni parlamaya başlayan bir iç giyim firmasının sahibinin tasarım konusunda verdiği “dahiyane fikirler” nedeniyle bu günlerde tasarım konusuna takıldım kaldım. Yan odadan bizim bile duyacağımız bir ses tonuyla, heyecanlı heyecanlı önerilerini sıralıyordu grafiker arkadaşa.
Elinde kes yapıştır mantığıyla hazırlanmış bir “tasarım” duruyordu. Gururla anlatıyordu grafiker arkadaşa tasarımı nasıl yaptığını. “Bak şu siteye gir internetten, harika çalışmalar var, onları indirip yapıyorum ben de yeni kutu ambalajlarını. Çok iyi fikirler var içlerinde..”
Kendimi tutamayıp yanlarına gittiğimde grafiker arkadaş, müşteriyi kırmamak için ne diyeceğini düşünür, sıkıntılı bir hal içindeydi. “Biz yeni bir tasarım yapacağımız zaman internete bakmak gelmez ki aklımıza… Ambalajın içine girecek ürün ne, hedef kitle ne, hedef kitlenin beğenileri ne, hangi yazı karakterini, rengi kullanalım, ambalajı nasıl tasarlarsak kullanımı pratik olur, diye düşünürüz. Bana göstermenize gerek yok o siteleri…” diyordu.
Dayanamayıp “Kusura bakmayın ama siz tasarımcı mısınız?” diye sorduğumda, “Yok değilim, ben firmanın sahibiyim aslında” diye yanıtladı müşteri. “Biz çok ajansla çalıştık. Hiçbirinden verim alamadık, sonunda ben de bilgisayarın başına oturdum. Photoshop filan da biliyorum, internet sitelerinden beğendiğim şeyleri alıyorum, uğraşıyorum, matbaaya getiriyorum” diye açıkladı durumunu.
Biraz Photoshop bilmenin tasarım yapmak için yeterli olacağına inanan, internetten indirdiği tasarımlarla, markasına pazarda bir yer açmaya çalışan firma sahibine, “Keşke doğru kurumu bulsaydınız ve oturup tasarım yapmak yerine beklentilerinizi o kuruma anlatıp, siz kurumsallaşmayla daha çok zaman ayırabilseydiniz” dedikten sonra izin istedim. Müşteri, “Aslında tepkinizde haklısınız, ben de tekstil sektörü için olumsuz birşey duyduğumuzda bozulup sizin gibi davranıyorum. Ama ben bu sorunu aşamadım” diye açıklama yaptı.
Geçtiğimiz günlerde özel bir okulun halkla ilişkiler biriminin yöneticisinden de benzer şeyler duyduğumu anımsadım. “O kadar firmayla çalıştım, olmuyor. Sonunda grafik kursuna gidip, Photoshop öğrenmeye karar verdim. Tasarımları artık ben yapacağım, matbaaya bastıracağım” diyordu. Oysa geçtiğimiz yıllarda, okulun ajanslar yerine daha ucuz fiyat veren matbaalarla çalışmasından ötürü verim alamadığından yakınıyordu aynı yetkili…
İşi bir ürün değil, bir marka pazarlamak olanların başına gelenler böyleyse, bir ürün tasarlayanlar kimbilir nelerle karşılaşıyorlar.
Olumsuz söylemleri duymaya o kadar alıştık ki, “biraz sıksak” bizim de yapabileceğimiz o harika tasarımları yaratanların koca koca posterlerini görünce yadırgıyoruz. Ne de olsa, biz tasarımcılardan çok, tasarımları taklit eden “başarılı” firma sahiplerinin posterlerini asmanın “hak” olduğuna inananların ülkesinde yaşıyoruz.
Category: Köşe yazıları