Bu hafta yazıya ilişkin hoş gelişmeler olunca, konuyu sizlerle de paylaşmak istedim. Yazımda sözünü ettiğim mektup ve pul konusunun bir kültür olduğuna, bu kültürün çocuklara mutlaka aşılanması gerektiğine inanan Canan öğretmen, Balçova’da Orhan Gazi İlköğretim Okulu’nda görevli. Konu gazetede yer alınca, Canan öğretmenin öğrencileri ellerinde Akşam Ege’yle okula gelmişler. Hepsi birbirine yazıyı göstermiş gülerek.
Öğrencilerinden bir tanesi; Elif Duran, (Canan öğretmen ‘En çalışkan ve duyarlı öğrencilerimden’ diye tanımlıyor kendisini) birkaç gün sonra öğretmenine bir öneride bulunmuş: “Öğretmenim, sizce uygunsa ben gazeteyle birlikte postane müdürüne gitmek ve gönderdiğimiz kartların neden size hala gelmediğini öğrenmek istiyorum.”
Canan öğretmen öğrencisinin özgüveni ve konuyu izleme konusundaki duyarlılığından çok mutlu olmuş. “Bence hiç bir sakıncası yok” deyince minik Elif elinde gazete, Balçova Postanesi Müdürü’ne ulaşıp, konuyu anlatmış. Müdür, minik öğrencinin duyarlılığına hoş bir karşılık vermiş.
Postane Müdürü, arkadaşlarının ve Elif’in kartları yeniden yazmasını ve konuyla bizzat ilgileneceğini söylemiş. Üstelik bu sefer gönderi ücreti de almayacağını belirtmiş. Çocuklar bu güzel haber karşısında kartlarını yeniden yazıp, postaneye getirmiş. Aradan bir hafta geçmiş, Canan öğretmen pazartesi sabahı postacıyla karşılaşmış kapısında. Postacı elinde bir tomar kartla gelmiş. Tabii tomarın içindeki kartların, iki ay önce yollananlar olmadığını tahmin edersiniz.
Geçtiğimiz hafta sabah işe giderken uğradığım bir kaç apartman gerimizde oturan sütannenin binasında, bizim apartmanda oturan komşumun adına yazılmış mektubu görünce şaşırmıştım. Akşam eve döndüğümde bizim apartmanda ise arka sokakta oturan kişilere gelmiş Kablo TV ödeme zarfları duruyordu. Çalışma saatlerimiz nedeniyle mektupları bırakan postacıyla hiç karşılaşmıyoruz. Eğer bizim apartmana gönderileri getiren postacı değişmediyse, büyük olasılıkla Kablo TV faturalarının üzerinde yazan isimlerinin o binada oturmadığını biliyor olmalı.
Şimdi bu durumda, bizim de elimizde başkalarına ait mektuplar, semt postanesinin müdürüne gidip durumu anlatmamız mı gerekiyor acaba, minik Elif’in yaptığı gibi… “Müdür Bey el atmasaydı Elif’in ‘yeni mektuplarını’ görevliler bu kadar kısa sürede yerine ulaştırabilecekler miydi?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Teknolojik yatırımlar, eğitimler iyi hoş da, eğer “insan” odaklı bir iş ise yapılan, sonuçta her şey o kişinin becerisine, kimi zaman da insafına kalıyor.
Peki ya yerine zamanında ulaşmayan mektupta sizi haciz memurlarıyla tanıştıran unuttuğunuz günü geçmiş bir ödeme uyarısı, artık vefat etmiş uzaktaki bir yakının “hastalık” haberi, sizi yanlış anladığını aktardığınız, ancak artık evli bir sevgiliye yazılmış satırlar ya da bir kaç gün önce haberiniz olsa kaçırmayacağınız bir iş görüşmesinin randevusu varsa… İşte o zaman PTT görevlillerine de “Kızgın müşteri nasıl ikna edilir?” türünden seminerler vermek gerekecek sanıyorum…
Bu arada geçen hafta sütannenin “pasif içici” torununun geçirdiği ağır bronşitten söz etmiştim. Torun meğer zatürre olmuş. Belki sigara konusunda yazdıklarımızı birileri dershane yöneticilerine aktarır da, onlar da harekete geçer, kantinlerde sigara içilmesini kesin olarak yasaklarlar…
Category: Köşe yazıları