Söz konusu sağlık kurumları olunca insan daha bir rahatsız oluyor. Aynı durum aslında neredeyse tüm hastaneler için geçerli. Buyrun Yeşilyurt’taki Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin ana giriş kapısına. Ana caddenin bütün tozunu pisliğini, egzozuna bulanmış, “taze, çıtır simitler, boyozlar, kumrular”… Satıcılar sözde özenle, beyaz kağıtlara tutuşturup vermiyor mu müşterinin eline; çok gülüyorum.
Bu arada “Sadece seyyar satıcılar mı temizlikten yoksun, ya kantinlerde çalışanlar?” dediğinizi de duyar gibiyim.
Ya kasapların, dükkanlarının önüne astığı sucuklara ne demeli? Egzoz gazıyla tütsülenmiş, halis muhlis bol baharatlı kasap sucuğu.
Neden temizlik konusunda böylesine duyarsız bir toplum olduk, anlamakta zorlanıyorum. Market arabaları da bir başka sıkıntılı konu. Daha önceki gün, büyük bir markette tanık oldum. Anne baba alışveriş yapıyor, bebeklerini market arabasına oturtmuş, eline de tezgahtan aldıkları bir adet havuç vermişler oyalansın diye. Söz konusu olan bir bebek, havuç hop ağızda…Temiz, kirli bilmez ki… “Aman” dedim, “Çocuk havucu ağzına sokuyor”… “Bir şey olmaz” dedi babası gülerek, sustum…
Çocuklar herkesin kirli eleriyle tuttuğu market arabalarına ağızlarını mı dayamış, ayaklarıyla tepiniyor mu, kimsenin umurunda değil. Oysa geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haberde market arabalarının tutacaklarının, umumi tuvalet kapılarından üç kat daha fazla bakteri ürettiği yazıyordu. Bazı marketlerde göstermelik de olsa, ayaklara takılan poşetler görüyorum ama dedim ya, kimsenin “taktığı” yok.
Ya tuvaletlere ne demeli? Biz evlerimizde de tuvaletleri böyle kullanıyorsak eyvahlar olsun. Su var, sabun var, hatta çoğunda artık tuvalet kağıdı var. Ama gerçekten temiz mi? Kocaman alışveriş merkezlerindeki tuvaletler sözum ona temizlik görevlilerince temizleniyor. Görevli, az önce bir müşterinin kullandığı ve sifonunu çekmediğini fark ettiğim alaturka tuvaleti sildiği paspasla, tuvaletin diğer yerlerini de rahatça ve umursamaz bir şekilde siliyor.
Büyük firmaların mutfaklarında ISO denetimi yapan bir yetkili, “Sarı bezle yemek masaların silineceğini, yeşil bezle lavaboların ovulacağını bir türlü anlatamadık” diye yakınıyordu bir sohbet sırasında.
Expo için kentimizi gezmeye gelen ve sayısı nedense bir türlü saptanamayan heyetteki konuklar gittikleri yerde tuvaletlerimizi görecekler diye yetkililer paniğe kapılmışlar. “Agora’ya seyyar tuvalet mi yapsak?” diye konuşulmuş. Her yeri açık hava tuvaleti olan Agora için boşuna telaşlanmışlar aslında. Kemeraltı’ndaki tuvaletlerdeki renkli maşrapalar, plastik ibrikler turistlere otantik bile gelebilirdi…
“Neden her şeyimiz göstermelik?” diye düşünsek de, bizim genlerimiz de var anlaşılan bu umursamazlık, boşvermişlik.
Kent insanının gelecekte daha sağlıklı bireyler olması için Sağlıklı Kentler Birliği’ne üye olmuşuz, kurumları bir araya getirmişiz projeler üretiyormuşuz, ana teması “sağlık” olan EXPO için harıl harıl çalışıyormuşuz, ne gam.
Biz yine bildiğimizi okumaya devam ederiz. Açıkta kuruttuğumuz sucuğumuzu da yeriz, yıkandığı şüpheli domates biberlerin içine bolca konduğu kumruları da …
Bize de, çocuklarımıza da bir şey olmaz…
Category: Köşe yazıları