Ailesinde gazeteci olanlar bu tür olaylara istemeseler de alışırlar. Bir açılış, bir temel atma, bir patlama, bir kaza, bir ziyaret gündemi değiştirir. Görev nedeniyle çantalar toplanır, yollara düşülür.
Bugün çalışan gazeteciler günü. 10 Ocak pek çok kişi için bir şey ifade etmez aslında. Elinizdeki gazetenin haberlerini yazan muhabirler, gazetenin sayfalarını çizen sayfa sekreterleri, yazı işleri sorumluları, gazeteyi baskıya hazırlayan matbaa işçileri bile çoğu kez gazetede okuduklarında anımsarlar : “Aaa, bugün çalışan gazeteciler günüymüş, bizim günümüzmüş yahu” der, gülümserler hatta.
Öylesine koşuşturmalı bir iştir ki bu, günü güne ekler, bir gün sonrasını yaşarsınız hep.
Gazetede haberinizi okumak, bir yeniliği, bir başarıyı paylaşmak, ilk sizin duyduğunuz bir haberi yaşadığınız topluma “duyuran” olmak, inanılmaz bir haz verir insana. Ne haftanın altı günü çalışmak, ne kışın soğuğu, yazın sıcağı alıkoymaz sizi yolunuzdan.
Getirdiğiniz haber çöpe atılır, yılmazsınız. Haber müdürünüz, heyecanınızı paylaşmaz, biraz kırılır sonra yine yola devam edersiniz.
Haberinizde imzanızı kullanmazlar, hatta bir başkasının imzasıyla yayımlarlar, bozulur, soramazsınız. Ama yazmaya devam edersiniz.
Bir yemek ya da yol parasına işe alınır, kimi zaman ailenizden borç para alarak ayı çıkarır, yine ümidinizi yitirmezsiniz. Sabredersiniz.
“Tamam bu ay sonunda sigortanı yapıyoruz” derler, üzerinden altı ay geçer, beklersiniz umutla.
Sendikanız yoktur, “işten çıkarmalar başlamış” söylentisi yayıldığında yüreğiniz pır pır eder. Mesleki kuruluşunuza bile üye olurken, bir ayrımcılıkla karşılaşırsınız : “Ya orası ya biz” diye.
Habere gittiğinizde, haber kaynağınız meslektaşınıza hakaret eder, sesinizi çıkaramazsınız, yutkunur, susarsınız.
Bir gün biri size, “Sen aptal mısın yahu? Bak, ben haftada iki gün izin yapıyorum, hem maaşım seninkinden iyi. Gir bir memuriyete, mesaini de bil, maaşını da” diye seslenir. Gülersiniz. “Bunca yıl okudum, ideallerim var, benim bir hedefim var” dersiniz, bu sefer o güler…
Aldığınız maaş, yetersizdir. Hastalanırsınız, habere gider ama doktora gidemezsiniz. Hatta meslek örgütünüze üye olmak için muhtardan almanız gereken evrakları bile alacak zaman bulamazsınız.
Gazetenin, televizyonun çalıştığınız kurumun binasına girdiğinizde her şeyi unutursunuz. Çünkü siz gazetecisinizdir. Anı yaşar, anı anlatırsınız. Öğrenir, bilgilenir, bilgilendirirsiniz. Farklı bakış açılarıyla olayları yorumlar, çevrenizdekilere ışık tutarsınız.
Kurtulamazsınız bu meslek hastalığından. Basılı ya da görsel medyada değilseniz, internette bir haber sitesi kurarsınız. İnsanlar görmezden gelir emeğinizi. Aldırmaz, geceyi geceye ekler sürdürürsünüz çabanızı.
Yöneticileriniz, birilerinin adamı olsa da, yetkililer sizi yolunuzdan döndürmeye çalışsa da, devlet yıpranma hakkınızı elinizden alsa da size koymaz.
Kent Yaşam yazarı arkadaşımız Ayşe Başak Kaban şöyle diyor, 14 Aralık tarihli yazısında. (Bakınız : www.kentyasam.com)
“…Gasp edin yıpranma haklarını, bu ülkenin gazetecileri yıpranmaz zira, gasp edin en insanca haklarını. Gazeteciler ne ruhen ne bedenen yıpranmaz. Eve döndüklerinde gün boyu biriktirdiklerini göz yaşları ile dışarı atmak istemezler. Nasır bağlamıştır yürekleri. Erken yaşlanmaz onlar.
Gazetecilerin yıpranma hakkını gasp edin. Onlar, yüreklerinde acılar biriktirse de her sabah siz gazete okuyun, akşam haber dinleyin diye dudaklarında ıslıkla gideceklerdir görev yerine, olay yerinden bildirmek üzere…”
Çalışan gazeteciler gününüz kutlu olsun. Unutmayın bu gün sizin gününüz, unutmayın ve unutturmayın…
Category: Köşe yazıları