İzmir’de doğmuş, uzun süren meslek yaşamı boyunca önüne gelen tüm tekliflere karşın İzmir’den kopamamış bir meslek büyüğümüz, gazeteci Haluk Cansın ile söyleştik…
Haluk Cansın’la söyleşimize internet mecrasından başladık. Gazeteciliğe merakı çocukluk yıllarında, annesinin Remington marka portatif daktilosunda tuşlara tek tek basarak hazırladığı “Rekor” adlı gazetesiyle başlamış Cansın’ın. Altmışlı yaşlarına geldiğinde ise İzmirliler İçin Açık Kürsü söylemiyle, Rekor’u bilgisayarında hazırladığı kendi internet sitesine taşımış. (www.cansin.com)
Bugün 84 yaşında olmasına karşın yaşıtlarının “aman bozulur mozulur” diye dokunmaktan bile çekindiği bilgisayarla, internet aracılığıyla gündemi, yurt dışındaki yayınları evinden izleyen ve en önemlisi biri Amerika’da diğeri Kanada’da yaşayan evlatları ve torunlarıyla internetten özlem gideren Haluk Cansın’la hem günümüz gazeteciliğine hem de reklamcılığına ilişkin birçok konuyu konuştuk.
Fotoğraflarımızı değerli eşi Güney Cansın çekti, kimi zaman sohbetlerimize de katıldı Güney Hanım.
Adı binlerce yazısının yayımlandığı Yeni Asır Gazetesi’yle özdeşleşen, ama bugün “Benim adımı hatırlayan birisi var mıdır acaba Yeni Asır’da?” diye biraz da sitemkar konuşan Cansın’la söyleşimizi bayram haftasında yayınlamayı uygun gördük.
Üniversiteden yeni mezun olup, mesleğe başladığım ilk yıllarda benden de desteklerini esirgemeyen Sayın Haluk Cansın’ı saygıyla selamlıyor, daha uzun yıllar mesleğine duyduğu ilgi, bilgi ve sevgiyle bizlere örnek olmasını diliyorum.
İnternet mi gazete mi?
– Söyleşimize internetten başlamak istiyorum. Siz uzun yıllar yazılı medyada görev aldınız. Emekli olduktan sonra da yazmayı bırakmadınız. Ama bu sefer kendi mecranızda Rekor sitesinde ve de birçok kişi için çok yeni olan bir mecrada, internette yazmayı sürdürdünüz. İnternet medyasının bizdeki gelişimini nasıl görüyorsunuz? Yurtdışıyla da karşılaştırır mısınız lütfen?
– İnternet mecrası, inanıyorum ki gazeteciliğin geleceğiyle içiçe hal aldı bugünden. Ve yarının gazeteleri ile yarının internet mecrası arasında bir yarış söz konusuysa, şimdiden bu yarışın favorisi internet mecrasıdır.
– Sizce internet ülkemizde gereken ilgiyi görüyor mu?
– Türkiye’de bile görmeye başladı. Kaldı ki; dünyada internet mecrasının ne kadar sık kullanılmaya başladığını ve hatta dünyaca meşhur en büyük gazetelerin bile interneti ön plana aldığını görüyoruz. Bir New York Times’ın, bir Chicago Tribune’nün internetsiz okuyucularına ulaşması diye bir şey artık söz konusu değil. Bu müesseselerin internet yoluyla elde ettiği reklam geliri, gazete olarak elde ettikleri gelirlerle yarışmaya başladı bugünden. Aynı şeyi Türkiye’de de görüyoruz. Türkiye’de bugün internet sitesi olmayan gazete kalmadı gibi bir şey. Laf aramızda Cumhuriyet de başladı şimdi.
İnternet kağıt gazeteciliğini silip süpürecek
– Gazete alıyor musunuz, daha doğrusu hangi gazeteleri izliyorsunuz?
– Evimize hergün bir tek gazete giriyor.
– Ne okuyorsunuz?
– Hürriyet…
– Ama siz yıllarca Yeni Asır’da görev yaptınız?
– O kadar sene Yeni Asır’da çalışan bir insan olarak Yeni Asır almıyorum artık açıkçası.
– Peki kağıttan okumak mı internetten okumak mı daha zevkli?
– Dünyada bu iş tartışılıyor. Acaba eline kağıt tutma zevki olmadan, sırf internetle bir habercilik olacak mı gelecekte diye. Hala olmayacak diyenler var. Gazetenin keyfi tam olarak internetle karşılanamaz diyenler var. Ama gidiş o gidiş ki, belki bizim çağımızda değil ama daha sonraki yıllarda internet, kağıt gazeteciliğini silip süpürecek gibi görünüyor .
İnternette yayın yapan haber sitelerinin, kendi haber merkezlerini oluşturması hala çok zor görülüyor. Ulusal gazetelerin internet sitelerinde de genelde gazetelerin kendi haber havuzlarından, gazetenin muhabirlerinden yararlanılarak yapılıyor haberler. Kendi haber sitesi olan internet siteleri yok denecek kadar az. Çünkü reklam gelirleri çok kısıtlı henüz.
HaberTürk’te ve Süper Poligon’da var. Reklam gelirleri nasıl artacak? İnternet gazeteciliğinin verdiği hizmet genişledi ve kağıt gazeteciliğinde yarışı daha öne aldı. Gazetede ertesi gün okuyacağınız bir detayı internetten 5 dakikada takip edebiliyorsunuz. Radyo televizyonun da önüne geçti. İnanılmaz bir şey. Eskiden İstanbul’dan bile gazetenin gelmesi iki gün alıyordu çoğu kez. Bugün dünyanın herhangi bir yerindeki haberi bile anında öğreniyorsunuz.
Yeni Asır’sız bir İzmir düşünülemezdi ama…
– Siz Yeni Asır Gazetesi’nde uzun yıllar görev aldınız. Yerel medyanın bir kent için önemine ilişkin neler söyleyeceksiniz?
– İzmir gibi bir şehrin yerel basını, medyası olması mutlaka zaruri. Yeni Asır senelerce bu görevi en başarılı şekilde yerine getirdi. Yeni Asır, İzmir’in sembollerinden. Saat kulesi gibi bir şey. Yani Yeni Asır’sız bir İzmir düşünülemezdi. Ama bugünkü Yeni Asır, artık o günkü Yeni Asır mı? Artık şüphem var. Bilgin ailesinin yönetimindeki Yeni Asır’ı arıyorum, aramaya da devam edeceğim diye hissediyorum.
– Yerel anlamda Yeni Asır’ın doyuruculuğunda başka gazete var mı bugün?Ulusal gazetelerin yerel ekleri için ne diyeceksiniz?
– Hiçbir zaman Yeni Asır’ın yerini tutmaz. Bir lokal gazetenin, bir yerel gazetenin fonksiyonunu bir İstanbul gazetesinin burada basacağı ek karşılamaz, karşılanmıyor kanaatimce.
– Kaç yıl görev aldınız Yeni Asır’da?
– Kesintilerle aşağı yukarı 20 sene.
– Görüşüyor musunuz arkadaşlarınızla, gazete yöneticileriyle? Gazete geçtiğimiz günlerde 114. yılını kutladı. Uzun yıllar boyunca çalıştığınız gazetenizle bugün nasıl ilişkiniz? Bizim mesleğimizde vefa var mı? Aranıyor musunuz böyle özel günlerde eski bir çalışan olarak merak ediyorum…
– Hayır, hiçbir temasım yok.
– Neden böyle bir kopukluk var peki, onca yıl çalıştınız?
– Beni arayan yok.
– Vefa konusu mu, yani mesleğimizin vefasızlığı mı?
– Vefa demeyelim. Belki bende de vardır vefasızlık… Bugün Yeni Asır’ı yönetenler, çıkartanlar Haluk Cansın diye birisinin mevcudiyetini biliyorlar mı? Hatta bu gazetede şu kadar sene çalıştığını biliyorlar mı? Ondan bile şüphem var. Hiçbir tanışıklığımız, görüşmüşlüğümüz yok.
– Siz Gazeteciler Cemiyeti’ne de üyesiniz. Meslektaşlarınızla görüşüyor musunuz peki?
– Ben artık bu yaştan sonra kimseyi aramıyorum, ama beni arayanlarla, eksik olmasınlar buraya kadar gelenlerle, zaman zaman dışarıda kurduğumuz temaslar, dışarıda yemekte bir araya geldiğimiz meslektaşlarımız var. Çok sevdiğim arkadaşlarım var. Bugün hakikaten İzmir basınında çok değerli genç meslektaşlarım var.
– Uzun yıllar ve yoğun bir dönemde gazetecilik yaptınız. Bu kenti, ülke gündemini çok yoğun yaşadınız, ülkenin gündemindeki birçok önemli olaya tanıklık ettiniz. Kitabınızda da çok güzel anılarınız var dile getirdiğiniz. Bunca yıldan sonra ne hissediyor insan. Bu meslekten emekli olunabiliyor mu?
– İster istemez, kafa emekli ediyor insanı. Kendi internet sitemde dahi, haftada bir onbeş günde bir yazı yazmayı göze alıyorum. Yoruluyor insan.
– O yoğunluk sırasında düşünüyor mu insan .. Emekli olunca neler yapmayı planlamıştınız?
– Birgün emekli olursam kitap yazarım diye düşünüyordum. Kitabımı yazdım…
Herkes kendi mesleğini yapsın
– Bizim gazetelerimizde çok köşe yazarı var. Özellikle gazeteci olmayan köşe yazarlarına da çok yer verildiğini görüyoruz. Bir de şimdilerde çok kısa cümlelerle köşe yazısı yazma yaygın. Spot halde, kısa yazılar… Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
– Bu kısa yazma Türkiye’ye mahsus. Dışarıda yok böyle bir şey. Çok kısa yazan, çok esaslı kalemler vardı eskiden. Bir Doğan Nadi. Rakipsizdi. Mümtaz Faik Fenik, Bedii Faik kısa yazan insanlardı. Köşeleri de vardı ama kısa yazdıkları bölümleri de vardı. Çok başarılı bir tarz yürütüyorlardı. Benim söz ettiğim kısa cümleli yazılar değil, kısa paragraflı yazılar değil. Üç satır, üç satır yazı.
– Bugün o tarzı sürdüren kalemler var mı?
– Hemen hemen yok. Ama bu konuda bir Hasan Pulur’dan bahsedebiliriz.
– Peki köşe yazarları enflasyonu için ne diyorsunuz gazetelerdeki? Bir de gazeteci olmayan köşe yazarları var.
– Mesleği gazeteci olmadığı halde yazanlara iyi bakamıyorum. Bence yanlış, herkes kendi mesleğini yapsın. Bazıları kendi sahalarının uzmanı, senelerce mali sahada bürokrat olarak çalışmış, emekli olmuşlar yazıyorlar gazetede. Onlar uzman yazarlar. Gazetecilik ayrı bir meslek. Bence gazete yazarı, gazetede yaşıyor olmalı. İnternette bu işi değiştirdi şimdi. Çok kere gazete yazarları, internetten yolluyor artık yazılarını. Yazıları evde yazıyor. Gazete yazarı halbuki köşe yazarı da olsa, gazetede yaşıyor olmalı. Gazetenin umumi atmosferi içinde yaşamadıktan sonra, gazeteci olamazsınız.
İstanbul’da çalışmak, İzmir’de yaşamak
– Siz mesleğinizi hep İzmir’de sürdürdünüz. İstanbul’a gitmeyi düşündünüz mü?koşullar daha iyi olabilirdi belki.
– Teklif aldım. Ama o zaman İzmir’le İstanbul arasında, parasal şartlar bu kadar farklı değildi. Koşullar bambaşkaydı. Bugün İstanbul’da ayda milyarlarla ölçülen maaşlar var. İzmir’de yüz milyonları zor buluyorlar. İstanbul’dan teklifler geldi ama ben birçok gazetenin temsilcisiydim. Ama hiçbir zaman İzmir’den, Yeni Asır’dan kopmadan yaptım. Hepsini beraber yürüttüm.
– O zamanki koşullar buna elveriyordu demek?
– Belki de başka çare yoktu. Bir gazeteden aldığınız para, sizi geçindirmeye yetmiyordu. İster istemez çalıştığınız gazeteler de daha fazlasını veremedikleri için böyle aranjmanlara göz yumuyorlardı.
Gazeteciliğin namusuna bir parça tecavüz
– O dönemde de gazetecilik ve reklamcılık, reklam haber bu kadar iç içe geçmiş miydi? Bunu özellikle seçim dönemlerinde çok yaşıyoruz. Bizler fark ediyoruz belki ama…
– Kokusu geliyor değil mi?
– Evet ama sıradan bir okurun farketmesi çok zor…
– Hiçbir gazeteci yapmak istemez… Hiçbir zaman makbul bir şey değildir o. Hiçbir zaman makbul olmadı. Hakiki gazeteci bunu yapmak istemez, yapmaz. Gazetelerin ilan kısmı ile yazı işleri arasında bu konu daima çekişme konusuydu.
– Şimdi ise gazetelerde ilan servislerinin haberi etkilemede daha ağır bastığını görüyoruz…
– İster istemez. Ne yazık ki, gazeteler de şimdi ister istemez bunu müsamaha ile karşılıyor. Gazeteciliğin bir parça namusuna tecavüz edilmiş oluyor bence.
– İzlediğiniz köşe yazarları kimler? Genç, umut vaat eden…
– Çok beğendiğim yazarlar var. Başta İzmirli genç bir gazeteci var, Yılmaz Özdil… Bekir Çoşkun, Tufan Türenç’i okurum. Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi… Bunları okumak demek onların sözcüklerine hayranlık duymak değil. Oktay Ekşi… Ne olursa olsun etkileri olan yazarlar bunlar.
Basın özgür mü?
– Basın özgürlüğü tartışmaları sizin döneminizde de yaşanıyordu mutlaka. Sizin döneminizde mi daha özgürdü basın? Şimdi mi daha özgür?
– Her zaman oldu. Bugün basın özgürlüğü yok denmesini kabul etmiyorum. Basın özgürlüğü var. İsteyen istediğini yazıyor.
(Haluk Cansın burada aynı soruyu eşi Güney Hanım’a da yöneltiyor?Sonra da ropörtaja bir süre için kendisi devam ediyor )
HC: Güney Hanım sizce basın özgürlüğü yok mu?
GC: Bence yok. Baskı var…
HC: Baskı olması basın özgürlüğünün olmaması demek değil. Baskıya rağmen var.
GC: Ama baskı artarsa basın özgürlüğü de kısıtlanacak.
HC: Kısıtlanacak dediğin anda, bugün için var demektir.
GC: Bugün için var ama geleceği iyi görmüyorum.
HC: İktidarlar daima istemişlerdir ama gidebilmişler midir? Peki ben sana sorayım Saadet… Basın özgürlüğü var mı yok mu?
– Bana kalırsa isteyen istediğini yazabiliyor, yazılabilecek çok mecra var, insanlar bir yolunu bulup mesajlarını verebiliyorlar… Bir mecra buluyor mutlaka. İnternette yazıyor, gazetede yazıyor, dergide televizyonda veriyor.
– Gizli bir şey var mı bugün?
– Hiçbir şey gizli kalmıyor, hiçbir yalan örtülemiyor mutlaka açığa çıkıyor.
– Evet hiçbir dönemde kalmamıştır. Hitler döneminde de yazılamayanlar da Hitler döneminden sonra yazıldı.
Unutmaya Kıyamadıklarım
– Emekli olunca kitap yazmak istediğinizi söylediniz ve yaşadıklarınızın da bir özeti olan “Unutmaya Kıyamadıklarım” adlı kitabınızı yazdınız. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu kitapa ilişkin nasıl tepkiler aldınız?
– Kitabımın dağıtımı iyi olmadı. Talihsiz bir döneme denk geldi. Kitabın çıktığı tarihte sağlık sorunum vardı. Takip edemedim, bir kitap fuarı vardı, imza günü yapılacaktı ama yapılamadı hiçbir şey. Ben Yapı Kredi Satış Mağazasına gidip de sorunca kitabın kolay kolay bulunamadığını gördüm. Tanıtım yapılamadı. Bir sosyete dergisine bir ilan verilmiş galiba İstanbul’da. İstanbul’daki teyzem, “Berberde sosyete dergisini karıştırırken gördüm” diye söyledi.
– İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin kitabı olan gazetecilerin kitaplarını dağıttığını biliyorum. Sizin kitabınızı aldılar mı acaba?
– Bilgim yok ama sanmıyorum.
Reklamcılık mı gazetecilik mi?
– Siz uzunca bir dönem de reklam ajansında görev aldınız. Kendinizi nereye daha yakın hissettiniz?
– Hiçbir zaman reklamcı olamadım. Hep gazeteci oldum.
– Yönetici miydiniz?
– Manajans’ta İstanbulda iken metin yazarıydım. Buraya gelince ajansın yöneticisi oldum. Burada 18 kişilik bir ajans kurduk.
– Burada potansiyel olmadığı için mi kapatıldı ajans, siz emekli olduğunuzda? Oldukça büyük firmalarla çalışmışsınız o dönemde İzmir’de.
– Evet, öyle oldu. Gayet güzel işler yaptık İzmir’de. Fakat Manajans’ın içinde bir anlaşmazlık oldu. Kadro içinde bir deprem oldu. O deprem içinde “Madem Haluk da emekli olacak İzmir’i o zaman kapatırız” dediler. Buradaki firmayı da kapattılar maalesef.
– Reklamcılıktan da keyif almışsınız kitapta anlattığınıza göre.
– Keyif de aldım, para da.
– Gazetecilikten daha çok para kazandınız yani?
– Hiç şüphe yok… Gazetecilikten para kazanılmazdı zaten bizim zamanımızda. Çeşitli gazetelerden aynı zamanda para alıyor olmasaydım geçinemezdim. Yeni Asır tek başına olmazdı. Ama Yeni Asır’ın temsilcisi olduğumda Cumhuriyet’in de, Zafer’in de Associated Press’in de temsilciyisim. E, onlardan gelen paralarla ancak geçinebiliyorduk.
– Herhalde gazetecilikten reklamcılığa geçmiş bir kişi olarak, ilişki kurmada daha iyi sonuçlar aldınız sanıyorum.
– O kadar sene gazeteci olarak yaşamanız bir muhit sahibi edindiriyor size. Muhit sahibi olmanın reklamcılık açısından büyük önemi var. Bana gelen sadece reklamcı Haluk’a gelmiyordu. Gazeteci Haluk’a da geliyordu. Manajans’ı idare ederken yine Yeni Asır’a da yazı yazıyordum.
– Siz Yeni Asır’a halkla ilişkiler birimini kurmuşsunuz.
– Doğrusunu isterseniz Yeni Asır’ın İstanbul reklamcılığına açılmasında benim kurduğum o birimin büyük rolü oldu.
– Halkla ilişkiler alanına yöneldiniz mi hiç? Gazeteciliğin parçası mıdır?
– Halkla ilişkisi olamayan gazeteci olur mu? Halkla ilişkiniz olmazsa gazetecilik yapamazsınız.
– Gazetelerdeki reklamları izliyor olmalısınız. Tıpkı haberleri izlediğiniz gibi…
– Gazetelerdeki ve internetteki reklamları izliyorum. İzmir’de gazetelerde çok başarılı reklamları görüyorum. Gerçekten güzel çalışmalar var.
Gençlere deneyimleri aktarmak
– Deneyimlerinizi gençlere aktarmak adına üniversitede görev aldınız, ders verdiniz mi?
– Bir sene kadar Ege Üniversitesi’nde ders verdim. 1992 yılında… Program uymadığı için devam etmedik… Çok ilgili öğrenciler vardı, bir sene sonunda karşılaştığımda iş hayatıma atılmış olanlar vardı. İyi bir dönemdi.
– Anılarınızı “Unutmaya Kıyamadıklarım” kitabında topladınız. Gazeteci olarak atmaya kıyamadıklarınız var mı? Fotoğraf koleksiyonu ya da yayınlardan oluşmuş bir arşiv…
– Çok çok büyük ihmallerim olmuş bu anlamda. Eski yazılarımdan bir kısmı kesilmiş olarak elimde var. Ama fazla değil… Geçtiğimiz yıllarda bir haber için gelen öğrencilere elimdeki köşe yazılarımdan vermiştim. Ne yazık ki onlar da geri gelmedi…
– Bu sohbet için size de Güney Hanım’a da çok teşekkür ediyoruz. Sizin bir değerlendirme yazınızı Kent Yaşam’da en azından konuk yazar olarak görmeyi isteriz.
– Ben de teşekkür ediyorum ve ben de sizi Kent Yaşam konusundaki çalışmalarınız için tebrik ediyorum. Bundan böyle Kent Yaşam’ın daha sıkı takipçisi olacağımı da söylemek istiyorum… Yazmayı çok isterim elbette… İlk fırsatta diyelim…
***
Haluk Cansın kimdir?
Haluk Cansın’ın Mart 2004’te yaşantı türünde, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Unutmaya Kıyamadıklarım” adlı kitabının girişindeki yaşam öyküsünden aktaralım:
1924 yılında İzmir’de doğan Cansın’ın gazetecilik macerası 1946’da İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmasının ardından, sonradan adı Demokrat İzmir olan İzmir gazetesinde başladı. Demokrat İzmir ve Yeni Asır gazetesinde uzun yıllar yazı işleri müdürlüğü ve köşe yazarlığını da sürdürürken Yeni İstanbul, Zafer, Cumhuriyet gazetelerinin İzmir temsilciliklerini, Associated Press Ajansı ile Almanya’da yayımlanan Army Times Gazetesi’nin İzmir muhabirliğini üstlendi.
1960 ‘da Ticaret Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğüne geçen Cansın, bir süre sonra İstanbul’da, Manajans reklam kuruluşunda yazarlığa başladı. Bir yandan da Yeni Asır’da köşe yazarlığını sürdüren Haluk Cansın, 1966 yılında İzmir’e dönerek gazetenin önce halkla ilişkiler servisini kurdu. Sonra da aynı çatı altında, Rapor Gazetesi’nin çıkmasına öncülük etti.
İzmir’e döndüğünde Manajans’ın temsilcisi olan Haluk Cansın, daha sonra Manajans/Thompson adını alan ajansın İzmir şubesini kurdu ve 1998 yılında emekli olana kadar bu görevi sürdürdü.