Evden çıkan, bir daha geri döner mi bilinmez, herkes birbirini böyle uğurlamış savaş döneminde Bosna Hersekte: Allaha emanet. Bu alışkanlık savaşın üzerinden 15 yıl geçse de hala sürüyor Bosnalı müslümanlar arasında.
Bosna Hersek Fahri Konsolosu Ahmet Kemal Baysakın önderliğinde, Türkiye Bosna Hersek Kültür Dernekleri Federasyonu işbirliğiyle düzenlenen Srebrenica katliamının 15. anma yılı etkinliklerini de içine alan Bosna Hersek ziyareti, tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri barındıran eşsiz bir geziydi. 5 – 12 Temmuz 2010 tarihleri arasında düzenlenen geziye Türkiyenin her yerinden Boşnak kökenli vatandaşlar katıldı.
Annesinin Boşnak olduğunu öğrendiğimiz, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlunun eşi Dr. Türkegül Kocaoğlu, Sarajevo Üniversitesinde dört yıl ders veren Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır ve Adana Sarıçam Belediye Başkanı Ahmet Zenbilci de geziye katılan konuklar arasındaydı. Bosna Hersekin bir çok kentine ziyaret yaptığımız, yetkililerle görüştüğümüz gezide bir kere daha gördük ki, Bosna Hersek için Türkiyenin desteği son derece önemli.
Ahmet Kemal Baysak sevgisi

Bosna Hersek gezimiz sırasında pek çok kenti, kent yöneticilerini ziyaret ettik.
Bu ziyaretler sırasında bir kez daha gördük ki, Bosna Hersek Fahri Konsolosu Ahmet Kemal Baysak bu ülkede inanılmaz sevgi ve saygı görüyor.
Görüştüğümüz tüm yetkililer, Baysaka içtenlikli sevgi ve saygılarını dile getiriyorlar öncelikle.
Ahmet Kemal Baysakın savaş sırasında ve sonrasında Bosna Hersek için yaptıkları, maddi ve manevi katkıları övgüyle anlatılıyor.
Tanrının cömert davrandığı coğrafya

Bosna Herseki tanımlayacak renk nedir? derseniz, bunun yanıtı tek: Yeşil. Dağlar, otlar, ağaçlar ve hatta nehirler yemyeşil Bosna Hersekte. Doğa bir kartpostal görünümünde karşınızda duruyor.
Bosna Hersekte zaman sanki yavaş akıyor. Citta Slow tanımına son derece uygun bir ülke. Doğal güzellikleri korunmuş, temizliğiyle, pırıl pırıl ve güler yüzlü insanlarıyla bu güzel ülkenin her yerinde Türk kültüründen izler var. Her yer sakin, gürültü yok. Çarşılarda kimseler bağırmıyor, kimse turistlerin elinden kolundan çekmiyor. Yollar pırıl pırıl. Çimler biçili.

Zamanın yavaş akışı sadece bizim görüşümüz değil. Sosyalist sistemden kapitalist sisteme geçen ülkede, görüştüğümüz yetkililer savaş sonrası bir geçiş evresi yaşandığı görüşünde. Sanayinin savaşta büyük yara aldığı, teknolojinin eskidiği ve yatırımların kısa sürede geri dönemediği Bosna Hersekte sabırla çalışacak idealist gençlere ihtiyaç var. Özellikle de savaş döneminde güvenlik nedeniyle ülke dışına giden ve eğitim gören Bosnalı gençlere.
Parklar artık şehitlik

Sarajevoda ilk ziyaret ettiğimiz yer, Başçarşı yakınındaki Kovaçi Şehitliği oluyor. Ahmet Kemal Baysak, savaş sırasında şehit olan insanların ancak gece gömülebildiğini, bu yüzden de çoğu parkın şehitliğe döndüğünü anlatıyor ekibimize. Kovaçi Şehitliği de böyle bir park. Vasiyeti üzerine şehitlerin arasına gömülen Bosnanın Bilge kral olarak da anılan lideri Aliya İzzetbegoviçin anıt mezarı da burada. Mezar taşlarının uç kesimleri üçgen prizma olarak tasarlanmış şehitliklerde. Üzerlerinde ay yıldız olan beyaz mermer mezar taşlarını, ülkede kaldığımız sürece dolaştığımız her yerde görüyoruz. Ülkede şehidi olmayan ev, gazisi olmayan aile neredeyse yok gibi.
Başçarşı ve Sebil

İzmir için Saat Kulesi ne anlam taşıyorsa, Sarajevonun merkezindeki tarihi ve turistik Başçarşıdaki Sebil de aynı anlamı taşıyor. Zarif bir Osmanlı eseri olan Sebil, etrafındaki çeşmeleriyle çarşıya adım atanları buz gibi suyuyla serinletiyor.
Çınar ağaçlarının gölgesinde yürüdüğünüz Başçarşıda Osmanlı mimarisiyle oluşturulmuş ahşap kepenkli dükkanlar arasında ilerlerken Gazi Hüsrev Bey Camisinin görkemiyle karşılaşıyorsunuz. Bir külliye gibi tasarlanmış cami Mimar Sinan tarafından yapılmış. Çarşıdaki bedesten Bezistan ise bizim Kemeraltında yer alan Kızlarağası Hanın hemen hemen aynısı.

Galatasaraylı eski futbolcu Tarık Hodzicin işlettiği dükkanda cevabi yani kebap yiyebilir ya da bol miktarda bulunan burekacılarda karnınızı son derece ekonomik bir şekilde doyurabilirsiniz.
Yok, Ben illa ki Türk yemeği yiyeceğim diyorsanız neredeyse tek seçeneğiniz Sebilin hemen yanındaki Zeytin isimli Türk lokantası. Lokantanın mutfağı Aydından gelen döner ustası Hüseyin Ormanlıya emanet.
Balıkesirden bir Türk girişimcinin Boşnak ortağıyla işlettiği lokanta, çorbaları, zeytinyağlı sebze yemekleri ile et ağırlıklı Boşnak mutfağına iyi bir alternatif oluşturmuş.
Bir lira, bir kayme
Ülkede Konvertable Mark (KM) ya da halk arasındaki deyişle kayem geçerli. Bir KM neredeyse bir TLye karşılık geliyor. Genel olarak fiyatların, özellikle yiyecek içecek fiyatlarının ülkemizden ucuz olduğu söylenebilir.
Çiçekler, çiçekler…

Bosna Herseki anlatırken çiçeklerden söz etmemek olmaz.
Gördüğümüz her kentte ve neredeyse her evde balkonlar çiçek dolu.
Sardunya, petunya ve ortanca olmayan balkon, bahçe yok gibi.
Mostar yolu, tarih dolu
Kafilemizdeki herkesin neredeyse bir yakını Bosnalı. Ata topraklarını geziyor olmaktan hepsi son derece hoşnut. Biz de kendimizi fahri Boşnak hissediyoruz haliyle. Bir iki gün içinde Dobro Doşli (hoşgeldiniz), Hvala (teşekkürler), Kakosi (nasılsın), Dobro Yutro (günaydın) demeye başlıyoruz.

Bize tercümanlık yapan iki Boşnak genç var. Emine Şentürk Sarajevo Üniversitesi Ekonomi Bölümünü bitirmiş, ve Harun Büyükbayrak ise Türkoloji Bölümü dördüncü sınıf öğrencisi. İkisi de savaş döneminde ilk ve orta öğrenimlerini İstanbulda tamamlamışlar. O yüzden çok güzel Türkçe konuşuyorlar.
Gezimizin ikinci durağı Mostar. İzmir Büyükşehir Belediyesinin unutulan kardeş şehri Mostara giderken uğrayacağımız bir hayli tarihi yer var.

Önce Konyalılar tarafından kurulduğu söylenen, ahşap işlemeleriyle ünlü Konjic şehrini ziyaret ediyoruz. Konjic, ülkenin Hersek kesiminde, yani güneyde. Güney daha çok Akdeniz iklimi özelliği taşıyor. Sıcak ve makilik alanlar çoklukta. Konjicte Osmanlılar döneminde yapılmış en önemli eserlerden birisi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü.

İkinci Dünya Savaşında hasar gören köprü, TİKA (Türk İşbiriliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) ve Konjic Belediyesi desteğiyle onarım görmüş. Onarımı gerçekleştiren firmanın aynı zamanda Mostar Köprüsünün onarım işini de alan firma olduğunu öğreniyoruz. Konjic Belediye Başkanı Emir Bubalo, köprünün onarılmasının ardından kente gelen turist sayısında ciddi bir artış yaşandığını anlatıyor. Neretva Nehrinin yemyeşil sularının aktığı köprünün etrafı ıhlamur, çınar ve ceviz ağaçlarıyla dolu.

Konjicden çıkıp turkuvaz rengi sularıyla bizleri büyüleyen Neretva Nehrine paralel yolda Mostara doğru yol alıyoruz. Neretva Köprüsü, yolumuz üzerinde ziyaret ettiğimiz bir diğer mola yeri. Filmlere ve kitaplara konu olan Neretva Köprüsü, yıkık haliyle görenleri hayrete düşüren bir yapı. Köprüyü arkamıza alıp bol bol fotoğraf çekiliyor ve bu kez müze şehir olark anılan Poçitele yöneliyoruz.
Hava iyice ısınıyor. Gerçekten de burada hava İzmir gibi, sıcak ve nemli. Bir gün önce Başçarşıda yakalandığımız yağmurda kullandığımız şemsiyeler burada bizi güneşten koruyor.

Poçitele giderken Mostarı bombardıman altında tutan Hırvat topçusunun yer aldığı tepeye, İspanyollar tarafından dikilen Haçı görüyoruz. Aynısının Üsküpte olduğunu söylüyor Ahmet Kemal Baysak ve Aliya İzzetbegoviçin bir sözünü anımsatıyor:
Sevgili dostum Aliya bu haçı gördüğünde; Bu haçları siz istediğiniz kadar yükseğe dikin, hiç bir zaman ay ve yıldızın yüksekliğine erişemeyecek ve onu aşağı indiremeyeceksiniz derdi.

Yol boyunca Boşnak ve Hırvatların aynı kapıdan girilen mezarlıklarını görüyoruz. Araçta en çok dinlediğimiz şarkı Boşnakların ünlü sanatçısı Dino Merlin adıyla tanınan Saraybosnalı Edin Dervişhalidoviçin Da te nije Alija adlı şarkısı. Aliya İzzetbegoviçe bir ağıt niteliği taşıyan şarkı sözlerini bilmesek de ezgisi hepimizi duygulandırıyor.
Poçitelde nefesi yetenler kaleye tırmanıyor. Manzara yine enfes. Yemyeşil sular, çınar ağaçları… Sanki Egenin bir köyü. Hatta Şirince gibi bile denilebilir. Kadınlar ellerindeki sepetlerde yöreye özgü meyvaları satıyorlar. El işleriyse çok tanıdık.

Kelime olarak başlangıç anlamına geldiğini öğrendiğimiz Poçitelin arkasından Buna Nehrinin kaynağına, Blagaja uğruyoruz. Sarı Saltuk Baba Tekkesi var burada. Tekke 15. yüzyılda inşa edilmiş. Klasik Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyor. Ahşap dolapları, tavanı yıldızlı kubbe şeklindeki hamamı, kafesli pencerelerinden görülen nehir ve yemyeşil manzarasıyla huzur dolu bir mekan. Tekkenin yanındaki tesiste balık ya da lezzetli köftelerden yiyor, yeşilliklerin gölgesinde dinleniyorsunuz. Tekkeye giderken yol boyunca nar ağaçlarını görüyoruz. Bölgede nar ağaçlarına çok önem verildiğini anlatıyor rehberimiz. Mostara gititğimizde ise nar figürleriyle süslü bir çok hediyelik eşya olduğunu görüyoruz.
Ve Mostardayız

Mostara geldiğimizde gün dönmeye başlıyor. Dünyanın her yerinden, ama en çok Türkiyeden turistlere rastlıyoruz. 2004te uluslararası bir törenle açılan köprü 2005 yılında UNESCOnun Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Tablo kadar güzel.
Köprünün üzerinde yine beyaz küçük bir bulut, etrafında yemyeşil ağaçlar ve Neretvanın hızla akan yemyeşil suları.

Tarihi boyunca hoşgörünün sembolü olan Mostarda dini hoşgörü ve kültürel çeşitlilik bugün de sürüyor. Işık oyunları köprünü suya yansıyışını, manzarayı sürekli değiştiriyor. Ayrılası gelmiyor insanın bu güzel alandan. Otobüse bineceğimiz sıra birden hava bulutlanıyor. Sağanak bir yağmur eşliğinde koşarak otobüslerimize yöneliyoruz. Ahmet Kemal Baysak yol boyunca sık sık tekrarladığı sözü sözlüyor: Burası Balkanlar işte… Bir güneşli bir yağmurlu.
Sarajevo tünelle nefes almış

Yüksek dağların ortasında düz bir ovada yer alan Sarajevo, savaş sırasında 1300 gün kuşatma altında kalmış. Gezimizin üçüncü günü ziyaret ettiğimiz, havaalanı yakınındaki bir köy evinin altındaki tünel, kuşatma sırasında Saraybosnalılara ikmal yolu olmuş. Boşnaklar, Birleşmiş Milletlerin insani yardım yapılabilmesi için kuşatma dışı tutulmasını istediği havaalanı bölgesindeki bu gizli tünel aracılığıyla askeri gereçlere ve gıda maddelerine erişebilmiş.

800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 160 santimetre yüksekliğindeki tünelin üzerindeki ev Sida Nineye ait. Sida Kolar, bugün 80li yaşlarında, yüzünden tebessüm eksik olmayan yaşlı bir kadın. Sırpların ancak savaş bittikten sonra haberdar olduğu tünelin üstündeki ev bugün bir müze haline dönümüş. Sida Nine, gelenlerle fotoğraf çektiriyor. Bugün bizim en iyi günümüz diyor.
Jajcenin mezar taşları UNESCOya aday

Gezimizin dördüncü günü bir başka cennet köşeye, Jajceye doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız Travnik Plava Voda. Yani yine suların çoşku dolu aktığı, kalelerin yükseldiği bir güzel yerleşim yeri var yolumuz üstünde. Şelalelerle dolu, su ve kuş seslerinden başka bir sesin duyulmadığı Jajce kenti, Çeşmenin Alaçatısıyla kardeş şehir.
Çoğu termik santralde çalışan belde sakinlerinin en büyük şansı yanıbaşlarındaki şelaleler olsa gerek. Suların çağıl çağıl aktığı, kralların şehri olarak bilinen Jajcenin Belediye Başkanı Dr. Nisvet Hrnjic ile yaptığımız görüşmede belediyenin doğal güzellikleri ve başka hiç bir kentte bulunmayan tarihi mezar taşlarıyla UNESCOnun kültürel miras listesi için aday olduğunu öğreniyoruz.
Drina Köprüsü Sırp bölgesinde

Bosna Hersekin her yerinde Osmanlıdan kalan bir esere rastlamak mümkün. Drina Köprüsü de bunlardan biri. Köprü, ağırlıklı olarak Sırpların yaşadığı Visegrad bölgesinde. Bölgeye girdiğimiz andan itibaren otobüsün üzerindeki Delegacia Turska yazısının dikkat çektiğini görüyoruz. Bakışlar tedirgin edici. Ortamdaki elektrik hissedilmeyecek gibi değil.
Ziyaret ettiğimiz Vişegrad Belediyesinin Sırp ve Bosnak yöneticileri ise bizi gülümseyerek karşılıyor. Sokollu Mehmet Paşa tarafından inşa edilen Drina Köprüsünün yıllar içinde barajlar için su tutulması nedeniyle yıpranan ayakları kısa bir süre sonra Türk Hükümetince onarılacak. Bu onları son derece mutlu etmiş, teşekkür ediyorlar bu ziyaret ve destek için bizlere. Ve her yerde olduğu gibi misafirperverce kahve ikram ediyorlar heyetteki tüm konuklara.
Yürek burkan Gorazde

Sırp bölgesinde gördüğümüz Drina Köprüsüden sonra önümüzde dört yıl boyunca kuşatma altında kalan Gazi Gorazde şehri var. Gazi Gorazde, Gaziemirle kardeş şehir. 25 bin kişinin yaşadığı kent, Ankara Keçiören ve İstanbul Güngören Belediyesiyle yakın zamanda kardeş şehir olmuş. Şehrin genç Belediye Başkan Yardımcısı gazi Sanid Zirak bizi belediyede karşılıyor. Zirakın savaş sırasında 17 yaşında olduğunu öğreniyoruz. Bizi kentin şehitliğine götürüyor. Anlattıkları yürekleri burkuyor. Kentteki 15 bin erkekten 5 bininin savaş sırasında öldüğünü anlatıyor Sanid Zirak. Medyaları, olanakları öylesine güçlüydü ki, yaşadıklarımızı dünyaya anlatmakta, inandırmakta zorlandık. Avrupalılar ve belki siz de abarttığımızı düşündünüz diye ekliyor hüzünle.

İlaçsız, hastanesiz, kendi olanaklarıyla kentini savunduğu için Gazi ünvanını alan Gorazdenin Srebrenicadan sonra hedef kent olduğunu anımsatıyor. Kentin en iyi komutanlarından birisi olan Zaim Imamoviçin anısına yapılan evin önünde Biz kötülüklere karşın ayakta kaldık. Bu bölgedeki İslam faktörünü silmek ilk amaçlarıydı. Biz yaşam sevincimizle ayakta durduk. Sizin ziyaretleriniz, Türkiye çok önemli bizler için diyor. Sanid Zirak, hepimizi çok etkiliyor. İki erkek evladı olan Dr. Türkegül Kocaoğlu ise gözyaşlarını tutamıyor, Yaşadığınız acılar bu güzel topraklara sahip olmanın bedeli olsa gerek. Buraları gördük, yüreğimizde taşıyacağız. Hepinizi ülkemize bekliyoruz diyor sarılarak Ziraka.
Karşıyakanın kardeş şehri Zenica

1996 yılından bu yana Karşıyaka Belediyesi ile kardeş şehir olan Zenica gezi programımızdaki duraklardan bir başkası. Gelişmiş, modern bir şehir Zenica. Savaş öncesi ağır sanayi yatırımlarının yapıldığı Zenicadaki demir çelik fabrikası İngiltereden soraki en büyük fabrika olarak biliniyor. 1992-1994 yılları arasında üretimi duran fabrika, Hintli Mittal firmasına satılmış savaştan sonra. Bugün bu konuda liderliğini yitiren kentte, halkın önemli bir kesimi de işsizlikle tanışmış.

Zenicada karargah kuran Türk Birliği savaş sonrası çevredeki okulları, köprüleri ve yolları onarmış. Nato askerleri içinde Türk Birliği sıcak yaklaşımıyla büyük sempati toplamış. Zenicada yine Türk Birliği tarafından kurulan bir park ve çeşme de bulunuyor.
Zenica Belediyesine yaptığımız ziyarette, hafta tatili olmasına karşın heyetimiz büyük ilgiyle karşılanıyor. Bu karşılanmada Bosna Hersek Fahri Konsolosu Ahmet Kemal Baysaka duyulan sevgi ve saygının payı büyük. Zenicanın 2005 yılından bu yana başkanlığını yürüten Hüseyin İsmailoviç, Baysakın kentlerine yatırımcı iş adamı getirme çabalarından övgüyle söz ediyor ve Sözünde duracak iş adamlarını bekliyoruz kentimize. Şirketler kardeş belediyelerle iletişim kursunlar. Onlara yardım için tüm kapılarımız açık diye ekliyor.

Zenica Belediyesinin ardından yine doğaya açılıyor ve kısa sürede bir zamanlar hapishane olarak da kullanılan Vrandük Kalesine ulaşıyoruz. Ortaçağda en güvenli şehir olarak bilinen kralların şehri Vrandük, bugün şirin bir köy içinde, tüm ihtişamıyla ayakta. 1999 yılında şehir müzesi kapsamına alınarak restore edilmiş. Üç kattan oluşan ve Ortaçağdan kalıntıların bulunduğu kalenin geniş avlusunda Zenicalı öğrenciler bize harika bir halk oyunları gösterisi sunuyor. Kalenin içinde 1468 yılında inşa edilen ahşap kubbeli bir de cami bulunuyor. Kadınlar kış boyunca kar altındaki köylerinde ürettikleri el ürünlerini yaz aylarında satıyorlar kalenin girişindeki yolda. Kadınlar her yerde aynı. Hiç durmadan üretmeye devam ediyor.
Acılar hiç tükenmedi
Srebrenica Inferno / Srebrenica Cehennemi… Dinlemek için tıklayın

Ve Bosna Hersek gezimizin ana hedefi olan gün: 11 Temmuz 2010.
Srebrenica Katliamının 15. yılı bugün. Kaldığımız Ilıca bölgesinden Srebrenicaya yolumuz yaklaşık 3,5 saat. Ancak yolların kalabalıklığını düşünerek sabaha karşı saat 05.00te yola çıkıyoruz.

Mahşer yeri olarak tanımlanabilecek bir yer Srebrenica. Bu yıl kimliği saptanan 775 cenaze gömülüyor Potoçari Mezarlığına. Mezarlıkta 3 bin 499 mezar var bugün. 1995te gerçekleştirilen katliamda 8 binin üzerinde Boşnak vatandaşın katledildiği biliniyor. Demek ki, daha 4 bin Boşnak için tören düzenlenecek bu acılı alanda…
Mezar taşları düz alanlardan tepelere doğru kaymaya başlamış artık. Boşnaklarla savaşan Hırvat asıllı Rudolf Hren bu yıl alana gömülecek olan ilk hıristiyan oluyor. Mezarının başı, daha sakin. Hren için, müslüman din adamlarının yanında papazlar da dua etmek üzere alanda bulunuyor. Boşnak arkadaşlarıyla ormana kaçarken çetniklerce öldürülen Hrenin buraya gömülmesini ailesi istemiş.

Mezarlığın karşısında katliamların yapıldığı akü fabrikasının girişinde yer alan tunçtan anıt annelere, kadınlara ve Srebrenicalı çocuklara adanmış. Anıt tunçtan ama öylesine canlı ki, ellerini sımsıkı kapatmış kadınların çığlığını yüreğinizde hissediyorsunuz.
2006 yılında yine Sayın Ahmet Kemal Baysakla gitme olanağı bulduğum Srebrenicada akü fabrikasındaki düzenlemeler, binanın bir müzeye dönüşeceğinin işaretlerini taşıyor. İlk gidişimizde duvarlarda gördüğümüz kan izlerinin kireçle kapatılmış olması ise, burayı daha önce defalarca ziyaret edenlerin gözlerinden kaçmıyor ve büyük eleştiri alıyor.

15 yıldan bu yana yüreklerindeki acıları dinmeyen kadınlar, babalar, çocuklar için bu tören büyük önem taşıyor. Gözleri yaşlı insanlar, yeşil tabutların üzerini şefkatle okşuyor, dualar okuyor. Biliyorlar ki, 15 yıldan bu yana kayıp olan sevdiklerinin artık bir mezarı var. Acılara rağmen hiç bir taşkınlık, hiç bir karmaşa yaşanmıyor. İntikam değil, adalet diyor törene katılan acılı anneler. Bu yıl yaklaşık 50 bin kişiyi ağırladığı belirtilen bu acılı töreni dünyanın her yerinden, aralarında Ahmet Yazıcıoğlu, Kadir Kemaloğlu, Sedat Sözer, eşim ve meslektaşım Hüseyin Erciyas ile benim de bulunduğum, sayıları 200ü aşan gazeteci ordusu izliyor.
Hepimizin ağzında aynı dilek var, Tanrı bir daha hiç bir ulusa böyle acı yaşatmasın…
Savaş bir daha çıkar mı?

Bosna ilginç bir coğrafya. Tanrının son derece cömert davrandığı bu topraklarda yaşamanın bedeli belki kan ve gözyaşı. Ülke tarihi boyunca gerginlik hiç eksik olmamış. Yüzyıllar boyunca din savaşları yaşanmış. Yaşanan son katliam da bunun göstergesi zaten.
Vatandaşlarının yavaş yavaş dönmeye başladığı ülkede ilginç bir çelişki de yaşanıyor. Savaşta güvenlik nedeniyle ülke dışına çıkarılan çocuklar şimdi yirmili yaşlarında genç bireyler. Oy kullanma yaşındaki gençler ülkenin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Ancak bu gençlerin çoğu ülkelerine geri dönme konusunda kararsız. Kimi işsizliği bahane ediyor, kimi yeniden düzen kurmanın zorluğunu, kimi de buraların hala yeterince güvenli olmadığı görüşünde. Diğer tarafta ise savaş sırasında küçücük bir çocuk olup, o acıları korkuları yaşayan gençler var. Çocukluklarında bodrumlarda ölüm korkusuyla yaşamış, okula gidememiş, bir bardak süt bile içememiş gençler. Onlar savaş sonrası eğitimlerini ülkelerinde tamamlamış, gelen yardımlarla ayakta durmuş ve ülkeleri için çabalayan gençler. Kimi zaman bu iki gurubun arasında gerginlik yaşandığı gözlemleniyor. Büyüklerin ise söylemi tek: Şimdi çatışmanın değil, el ele vermenin ve güçlü olmanın zamanı.
Savaş, çatışma kimsenin duymak istemediği sözler.
Başçarşıdan su içmeden gelme

Bosna Hersekte bir inanış var. Başçarşının köşesindeki çeşmeden su içen buraya bir kere daha gelir mutlaka diyorlar. Belki doğru, belki tesadüf, dört yıl sonra bir kere daha gitme olanağı yaşadığım çeşmenin ikisinden de su içtim bu sefer. Dört yılda çok şeylerin değiştiğini gördüğüm Bosna Hersekte, barışın yüzyıllar boyu sürmesi benim de yürekten dileğim.
Boşnakların kalbinde kocaman bir yere sahip Bosna Hersek Fahri Konsolosu Sayın Ahmet Kemal Baysaka, bizlere unutturulan bu coğrafyayı, Ata topraklarımızı yeniden hatırlattığı için sonsuz teşekkürler.