İzmir Ayakkabıcılar Odası’nın 2003 yılında açtığı Ayakkabı Müzesi, Türkiye’de bir ilk olmasına karşın bugün tanıtım yetersizliği nedeniyle unutulmuş durumda. İzmir’in turistik tanıtım kitaplarında adı bile geçmeyen “müze”, sektörün ilgisini ve hatırlanmayı bekliyor.

Ben bir sayacı kızıyım. “Sayacı ne iş yapar?” derseniz, ben çocukluğumdan aklımda kalan tanımı yapar, “Ayakkabının üst yüzeyini diken bir tür terzidir” derim. Mesleğin sözlük tanımı ise şöyle: “Doğal ya da suni deriler ile tekstil ürünlerinden kesilmiş parçaları makinelerde işleyerek ayakkabı modeline uygun hale getiren kişi.”

Babam, yıllarca Kemeraltı’nda küçük atölyelerde çalışan bir saya ustasıydı. O zamanlar, Ayakkabıcılar Çarşısı’nda üretim yapan düzgün atölyeler yoktu İzmir’de. Önce Kuyumcular Çarşısı içinde, daha sonra adını şimdi anımsayamadığım, Şadırvanaltı Camisi’nin yakınlarındaki bir handaydı atölyesi. İnip çıkmaktan iyice aşınmış merdivenleri çıkıp ulaştığımız küçük atölyede dikiş makinasının başında olurdu babam çoklukla. Zenne denilen bayan ayakkabıların hazırlandığı atölyede taşlı, zincirli tokalar, kurdelalar, deri sicimler çok ilgimi çekerdi.

Yaşları 10-12 olan çırakların ağızlarında küçük çiviler, ellerinde çekiçler, deriyi dövüşleri, tahta kalıpların üzerine yerleştirip şekillendirişlerini izlemek büyük zevkti. Ancak atölyedeki ağır yapıştırıcı kokusuna katlanamaz, bir süre sonra dışarı atardım kendimi. Öylesine sağlıksızdı ki çalışma koşulları; sektördeki bir çok arkadaşı gibi babam Sayacı Refik Usta da meslek hastalığı olarak bilinen akciğer kanseri nedeniyle genç yaşta veda etti yaşama.
Sorunlu ithal ayakkabıdan müzeye
Yazıya babamdan, anılardan söz ederek başladım. Beni anılara götürüp bu yazıyı yazmama bir çift ithal ayakkabı neden oldu. Anlatayım…
Ablamın iki ay önce aldığı ithal ayakkabıların dikişleri açıldı. Ayakkabılarla satın aldığı mağazanın yolunu tuttu. Firma yetkilisi sorunun ayakkabılarda değil kullanıcıda olduğunu iddia etti. Çalışanlardan birisi yol gösterdi, ablama Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne başvurmasını önerdi. Hakem heyeti, fatura ve ayakkabılarla başvuran ablamı İzmir Ayakkabıcılar Odası’na yönlendirdi. Oda, ayakkabıyı inceleyerek hatanın kimde olduğunu saptadı ve görüş bildirdi. Ablam da hakem heyetinin kararıyla birlikte mağazaya götürdüğü hatalı ürünleri bırakıp parasını geri aldı.

Bütün bunlar yaşanırken, ablamın gözüne İzmir Ayakkabıcılar Odası hizmet binasının girişinde “Ayakkabı Müzesi” tabelası ilişiyor. Her ne kadar ithal ayakkabıdan kaynaklanan sorun yaşasa da, sektörün bir emektarının kızı olması nedeniyle sanırım, müze ilgisini çekiyor. Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’ndeki binada müze olarak ayrılan yere giriyor, heyecanla geziyor. O günün akşamı bir araya geldiğimizde, ablam gördüklerinden ne kadar etkilendiğini ve duygulandığını anlattı ve bana da gitmemi öğütledi. Peki dedim, Bakarız…

Araya başka başka konular girince ayakkabı müzesi ziyaretini ötelemek zorunda kaldık, İZFAŞ’ın Ayakkabı Fuarı’yla ilgili davetiyesi gelince ablamın söylediklerini anımsadık, “Tamam. Bu hafta bu müzeyi görmeye gitmeliyiz” dedik ve eşimle birlikte yola koyulduk. Adı müze ya, bilgileniriz, sorularımıza yanıt buluruz ve tarihi değeri olan objelerle buluşuruz, fotoğraflarız diye düşündük.
İzmirliler’in bilmediği müze

Işıkkent’teki Ayakkabıcılar Odası’nın Çıraklık Eğitim Merkezi binası içinde yer alan bölüm 2003 yılında açılmış. Ayakkabıcılık tarihiyle ilgili bir çok obje, ayakkabı üretiminde kullanılan malzemeler, iğneden ipliğe, tahta çividen zımbalara onlarca malzeme yer alıyor mekanda. Ancak tarihi, nerede kullanıldığı, hangi zaman diliminde giyildiği, hangi giysilerle giyildiği, kimlerin kullandığı yazmadığı için gazede fotoğraflarını gördüğünüz ayakkabıların bir kısmının sadece “çok eski” zamanlardan kaldığını anlayabiliyoruz.

Müzedeki ayakkabıların bir kısmında bir dönem İzmir’in ünlü ayakkabı mağazalarından Güzin Kundura’nın etiketlerini görüyoruz. Ayakkabıların ve malzemelerin yer aldığı dolaplarda küçük bir plaket dikkatimizi çekiyor. Buradaki malzemelerin kim tarafından bağışlandığı yazıyor plakette.

Bize müzeyi gezdiren Eğitim Merkezi’nde görevli arkadaşımız Emel Savaş içtenliğiyle ve bildiği kadarıyla açıklamalarda bulundu. “Bu malzemeler domuz kılı, ipliklerin olmadığı dönemde kullanılıyor. Şunlar tahta çiviler, el yapımı ayakkabılarda görüyoruz. Şu ayakkabılar en az 100 yıl önceden kalmış.

Şu körüklü çizmelerin içindeki keçeler soğuktan korunmak için düşünülmüş. Şuradaki basketbolcu ayakkabısı 55 numara…” diyerek bildiklerini paylaştı. Bize asıl bilgiyi müzenin oluşumunda büykü emeği geçen ve merkezde de öğretmenlik yapan İlhami Özleş’in verebileceğini belirtti.

Müzeyi gezdikten sonra İzmir Ayakkabıcılar Odası Başkanı Tahsin Güzel’i ziyaret ettik. “İzmir’de böylesine özel bir müze yapmışsınız, ama sanki kimse görsün, gezsin istemiyorsunuz. Neden bu mekanı merkezi bir yere; örneğin Kemeraltı’na taşımıyorsunuz? Tanıtımını neden yapmıyorsunuz?” diye sorduk kendisine. Kemeraltı önerimizi sıcak karşıladı ve benimsediğini dile getirdi. “Haklısınız. Bu da bizim eksiğimiz. En kısa zamanda ya Büyükşehir Belediye Başkanımızla ya da Konak Belediye Başkanımızla konuşmak isteriz. Kent merkezinde bir butik müze için proje üretip elbirliğiyle buradaki çalışmaları, ayakkabı sanayiindeki zenginliğimizi halkımızla paylaşmamız gerek” diye ekledi.
Müzeye sektör sahip çıkmalı

Ziyaretimizin ertesinde müzenin kurucusu, odanın eski yöneticilerinden İlhami Ötleş ile telefonda görüştük. Babasının ayakkabıcı olduğunu, vefat edince malzemelerinin yok olmasına razı gelmediğini ve böyle bir müze yapma fikrinin geliştiğini anlattı. Kendisinin 11 yıl İzmir Ayakkabıcılar Odası’nda başkan yardımcılığı yaptığını belirten Ötleş, şu bilgileri verdi:

“Müzede yaklaşık iki bine yakın obje, malzeme var. Babam vefat edince kullandığı aletleri yok olmasın istedim. Onların hepsinin fotoğrafları çekildi. Aynı zamanda bir kitap da yazdım. Ayakkabı Terimleri Sözlüğü adındaki kitapta o aletlerin tek tek resimleri var, isimleri var. Çıraklık merkezi eğitimlerinde de kullanılıyor kitap. Bizim ustaların çoğu Ermeni ve Rum ustalardı. Onların deyimleridir çoğu aletin adı. Aslında aletlerin üzerlerinde isimleri yazılıydı müzede. Ancak tek tip değildi. Bir standarda sokma projesi vardı ama ben yönetimden ayrılınca o iş öyle kaldı.

Ayakkabıların bir kısmını Güzin Kundura’nın sahipleri bağışladı. Ancak bakımlarını yapamadık, iş öylece kaldı. Ne yazık ki hata biz de sektör olarak hem tanıtımını yapamadık hem de orayı bir düzene sokamadık. Müze malzemeleriyle çok zengin bir müze. Sonuçta sektörün müzesi. Sektörün sahiplenmesini sağlayıp daha çok tanıtımını yapmalıyız.”
Sektörün geçmişi geleceğini aydınlatabilir

Ayakkabı sektörü hızla büyüyen bir sektör. Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği’nin verilerine göre sektörün yılda 5.2 milyar dolarlık üretim kapasitesi var. Emek yoğun şekilde çalışan yaklaşık 22 bin 500 bin işletme, 240 bin çalışan, yılda 230 milyon çift ayakkabı üretiyor. Sektör üretim kapasitesi olarak Avrupa’da 3., Dünyada 9. sırada yer alıyor. Son teknolojiyle üretim yapan fabrikalar da var, hala el emeğiyle babadan ustadan kalma yöntemlerle çalışan da. Özel tasarımlarla, moda trendlerine uygun, kaliteli üretimleriyle ayakkabı sektörü özellikle Avrupalı tüketicinin Uzakdoğu ürünlerinden Türkiye yönelmesi için çabalıyor. Bunda başarılı da oluyor. 2015 yılı sonunda 1 milyar dolarlık ihracat hedefi koyarak küresel oyuncu olmaya yönelen sektör Avrupa’da yavaşlayan ayakkabı üretiminden doğan boşluğu doldurmak için çalışıyor.

İzmir, İstanbul’dan sonra ayakkabı sektöründe lider kentler arasında ikinci sırada yer alıyor. İzmir Ayakkabıcılar Odası Başkanı Tahsin Güzel, Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde 3 bin 500 firmanın çalıştığını, İzmir’in sektörde yenilikleriyle, inovasyon ve tasarım konusundaki çalışmalarıyla da öncü bir kent olduğunu anlatıyor. Ayakkabı Müzesi de bu açıdan bakılınca sektör için büyük önem taşıyan, geçmişi geleceğe taşıyan öncü çalışmalardan biri olarak karşımızda sessiz sedasız duruyor.

Butik müzelerin tüm dünyada büyük ilgi uyandırdığı, müzelerin yakınında çok ciddi turizm hareketliliği yaşandığı hepimizin bildiği bir gerçek. Ülkemizde kurulan ilk ayakkabı müzesinin böylesine sessiz kalması, hiç bilinmemesine üzüldüm. Bu kentin insanı sandıklarından, dolaplarından sakladığı el işi ayakkabılarını, sektörün emektarları artık bir kenarda tozlanmış, kullanılmayan el aletlerini eminim müzeye seve seve bağışlayacaktır.

Ayakkabı Müzesi’nin de kente hareket getiren diğer butik müzeler gibi olması için biraz gayret yeter. 2003 yılında güzel bir girişimi başlatmış olan İzmir Ayakkabıcılar Odası’nın gerisini getireceğine inanıyorum.
Yurtdışından görkemli bir müze örneği

Dünyanın en önemli ayakkabı müzelerinden olan Kanada’daki Bata Ayakkabı Müzesi’nde neredeyse insanlık tarihinin ayakkabıyla buluştuğu günden bu yana giydiği her şey sergileniyor. Tarihi 4 bin 500 öncesine kadar gidebilen 12 bin 500 çift ayakkabı yer aldığı biliniyor müzede.

Kraliçe Viktorya’nın terliklerinden, Judy Garland’ın botlarına, Dalai Lama’nın sandallarından Napolyon’un ipek çoraplarına kadar onlarca eşsiz objeyle karşılaşıyor gezenler. Yetişkinlerin 14 Dolar, öğrencilerin 8 Dolar ödeyerek girdiği müze yılın 363 günü kapılarını ziyaretçilere açık tutuyor. Bu bilgileri internette okuyunca heyecan duyuyor insan.
(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)