Tarihi 12 bin yıl öncesine kadar giren bir ören yeri Göbeklitepe. Şanlıurfa il merkezinin 17 kilometre doğusunda yer alan höyük, her gün yeni bir sürprize gebe. Arkeloji dünyasında şimdilik “Dünyanın en eski arkeolojik tapınağı” olarak biliniyor. Kazı çalışmaları 1995 yılında başlamış. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt tarafından yürütülen çalışmalar her yıl Eylül ve Ekim ayları içinde gerçekleştiriliyor. Kazılara Harran Üniversitesi de eşlik ediyor.
Kazılar sırasında ortaya çıkarılan buluntuların tarihi yapılan karbon testleriyle saptanmış. Kazı alanındaki bilgilendirme panosunda şu bilgiler yer alıyor:

“İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö. 5000 yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlenen Göbeklitepe Tapınağı olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Dünyada kabul gören arkeolojik göjrüşe göre, insanoğlunun avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler; açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür. Göbeklitepe bu tabuyu yıkmıştır. Zira, yerleşik yaşama geçişte dinsal inanışların da etkisinin olabileceğini ispatlamıştır.”

Göbeklitepe, Harran Ovasını da gören oldukça esintili, uçsuz bucaksız bir arazide yer alıyor. Ören yerinin girişinde arazinin sahibi Mahmut Yıldız (58) ile karşılaşıyoruz. Mahmut Yıldız, 55 dönümlük tarlasının birinci derecede sit alanı kapsamına girdiğini, tüm arazinin 115 dönüm olduğunu anlatıyor. Kısa bir süre önce araziye izinsiz girişlerin önlenmesi için devletin 6 kilometre tel çektiğini söylüyor kazı alanının çevresine. Bu uzunlukta bir tel alan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu tür ören yerlerinde yaptığı en uzun tel örgü çalışması olarak biliniyormuş.

Mahmut Yıldız, kazı alanının hemen girişindeki çukur yerin o dönemde arınma yeri olarak kullanılan bir havuz olduğunu söylüyor. “Bu kalp şeklinde bir havuz. İbadet etmeden önce yıkanırlarmış burada” diyor. Arazisi belirli bir bedel karşılığında kamulaştırılan Yıldız, hak ettikleri bedeli alamadıklarından yakınıyor. Arazisinde dünya insanlık tarihi için böylesine önemli bir buluntu olması onun için şans mı şanssızlık mı, sorduğumda yanıt vermekte zorlanıyor, “İyidir herhalde” diyor.

Kazılarda 60 kişinin çalıştığı söyleniyor. Harran Üniversitesi’nden arkelogların da bulunduğu alanda 45 kişinin çevre köylerden geldiğini söylüyor Mahmut Yıldız. Göbeklitepe’nin o ünlü T biçimindeki taşlarının bulunduğu alana geldiğimizde biraz şaşırıyoruz. Yoğun bir inşaat faaliyeti var. Tabii bildiğimiz anlamda değil. Taşlar korumaya alınmış, bazılarının üstü kapatılmış. Yapının üzerinin bir örtüyle kapatılması planlanıyormuş.

Taşların üzerindeki kabartmaları hayretle izliyoruz. Son derece temiz ve düzgün bir taş işçiliği var. Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Göbeklitepe Kazıları İkinci Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu bir demecinde şunları söylemiş:

“Yani o kadar güzel kompozisyonlar yapmışlar ki o taşların üzerinde, bugünkü grafikerleri bile hayrete düşürüyor. Mesela, düşünebiliyor musunuz, beş tane yılan gövdesi, su dalgası biçiminde uzanıyor. Onun kenarına bir leylek oturtuluyor. Yılan gövdesinden su dalgası oluşturabilmek bugünkü grafikerlerin zekasını bile zorlayabilecek bir olay. Bunu 12 bin sene önce bulmak önemli bir şey bence.”

Yrd. Doç. Dr. Kürkçüoğlu’nun sözlerine katılmamak mümkün değil. Gerçekten o dönemdeki insanların 12 bin yıl önce sahip oldukları olanaklarla böylesi çalışmaların yapabilmesi hayrete düşürüyor insanı. Piramitlerden 7 bin 500 yıl önce inşa edildiği karbon testiyle anlaşılan, boyları 3 ile 6 metre arasında değişen alandaki dikili taşların ağırlığının 40 ile 60 ton arasında değiştiği söyleniyor.
Şanlıurfa’ya yolunuz düşerse Balıklı Göl ve sıra gecesinin dışında Göbeklitepe’yi de görmekte ısrar edin tur operatörlerine. İnanın gitmezseniz çok şey kaçıracaksınız.
(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)