Saadet Erciyas

Maksat kayda geçsin…

Menu
  • Başlangıç
  • Saadet Erciyas
  • Yazı işleri
    • Kent-Yaşam yazıları
    • Kitap dostu yazıları
    • Köşe yazıları
    • Röportajlar
  • Kitaplar
  • Ödüller
  • İletişim
  • Estetik Ebru
    • Belgeler
    • Basında Estetik Ebru
  • Bir Karşıyaka Beyefendisi
Menu

Ayşe Mayda: Güzel İzmir’in zarif tanığı

Posted on 11 Şubat 2015 by editor
Önümüzdeki yıl “dalya” diyecek güzel İzmir’in zarif kadını Ayşe Mayda. Herkese kısmet olmayacak kadar renkli, dolu dolu geçmiş yaşamına onlarca dost, anı, gezi, hayır işleri, hüzünler ve güzellikler sığdırmış. İzmir’in kalbi Kemeraltı’nın Beyler Sokağı’nda, 1916 yılında dünyaya gözlerini açmış. İzmir’in tanınmış varlıklı nakliyecisi ve üzüm, incir işletmecisi olan Salih Ağa’nın iki kızından biri olan Ayşe Mayda, sadece döneminin değil, bugün bile birçok kadının örnek alacağı “rol model” olmuş aydın bir Cumhuriyet kadını.

Kendisiyle İzmir’in tarihi yapılarından olan ve sokağa da adını veren evinin mutfağında söyleştik. Mutfak dediğime bakmayın. 3 bin metrekarelik bir mekanın haremlik, selamlığının yanı sıra bir dönem mutfak olarak kullanılan bölüm, bugün bizim normal apartmanlarda oturduğumuz daireler kadar bir alanı kaplıyor.

Ayşe Mayda Evi’ni, İzmir’in eski valilerinden Sadrazam Kamil Paşa, oğlu Sait Paşa için inşa ettirmiş. İzmir’de 1901 yılında Saat Kulesi’ni Raymond Charles Péré’ye yaptıran Kamil Paşa, eseri çok beğenince aynı tarihte hem bu konutu hem de Sarı Kışla’da bulunan 25 musluklu havuzu yaptırmış. 62 yıl boyunca oturduğu, Saat Kulesi’yle yaşıt köşkü ısıtmak, merdivenleri inip çıkmak zorlaşınca Ayşe Mayda, konutun restore ettirdiği mutfak bölümünde yaşamaya başlamış.

Siyah beyaz bir film izledik

Ayşe Mayda’nın fotoğraflarla, plaketlerle, kitaplarla, birbirinden zarif objelerle süslü, anılarıyla dolu odasında sohbete başladığımızda siyah beyaz bir filmin setine girdik sanki. Bir çocuğun neşesiyle canlı, heyecan dolu sesi, sevimli halleriyle anlattıkça bir masal prensesini izlediğimizi varsaydık. İzmir’in en güzel zamanlarını onunla birlikte yad ettik, Güzelyalı’da bahçelerden sarkan yaseminleri, gülleri kokladık, perdeyle ayrılmış atlı tramvaylara bindik, okuduğu okulların bahçelerinde dolaştık. İzmir’i bir de Ayşe Mayda’nın penceresinden izledik…

Bir madalyanın izinde

Ayşe Mayda’nın tatlı anlatımlarını karşılaştığımız her ortamda zevkle dinlesek de onu ziyaret etmek istememin asıl nedeni yakasında gördüğüm bir madalyaydı. Birkaç yıl önce Konak Belediyesi’nin düzenlediği “Ustaya Saygı” etkinliğine konuk olan Ayşe Mayda’nın yakasında, Türk Hava Kurumu’nun 1925-1950 yılları arasında uçak alınması için bağış yapanlara verilen bir altın madalya dikkatimi çekmişti. Bu madalya, o yıllarda kuruma bir defada 200 lira ya da düzgün taksitlerle 250 lira veren bağışçılara veriliyordu. Peki 1916 doğumlu Ayşe Mayda’da bu madalya ne arıyordu?

İşte bu sorunun yanıtını aramak için ziyaret ettiğimiz Ayşe Mayda elinde bir küçük keseyle karşıladı bizi. Kesenin içinde yakasında gördüğüm altın madalya ve üzerinde Arapça yazı bulunan pırıl pırıl bir okul rozeti vardı. Önce madalyayı anlattı sonra da bizi yaşadığı dönemin İzmir’ine götürecek okul rozetini…

Hamalbaşı Salih Ağa’nın kızı olmak

Ayşe Mayda kendisinin de dediği gibi şanslı bir çocuk olarak doğmuş. Hem varlıklı hem de çocuğunu özel bir okula gönderecek, Türkiye’nin ilk kadın ortodontisti olmasına yol açacak geniş görüşlü bir ailenin çocuğu olmuş. Mayda şunları anlatıyor ailesine ilişkin:

“Babam çok varlıklı bir insandı, nakliyeciydi, ama İzmir’in bütün nakliyesini düşünün. Biz ilk defa Beyler Sokağı’nda otururduk. Bizim büyük mağazalarımız vardı, belki 40 tane de arabası vardı babamın. Hiç unutmuyorum babam, Birinci Dünya Harbi’nde katana atlarımızı askeriyeye vermişti top arabalarında kullanılması için. Büyük katanalar. İngiliz Bahçesi’nde yerlerimiz vardı. Tepecik tarafında su depoları filan var ya, oralarda bir yerdeydi o atların ahırları. Bizim atlar hatta yarışmaya girerdi, güzellik yarışmasında birinci gelirdi.”

Babasının Kemeraltı’ndaki işyerlerine ilişkin bilgi verirken az önce oradan gelmiş gibi canlı anlatıyor Ayşe Mayda. O yılların Kemeraltı’nı dinliyoruz kendisinden:

“Salih Ağa İş Hanı vardı, orası da bizimdi. Başta Şaphane vardı, Şaphane Sokağı, şaphanemiz, yağhanemiz vardı. Ondan sonra Palamut Hanı vardı. Ekmekçibaşı Hanı da denirdi. O Şaphane Sokağı’nda ve arkasında Sulu Mezar vardı. Sulu Mezar Sokağı’nın orada Cezayir Hanı vardı. O Cezayir Hanı hala duruyor. Babam Cezayir Hanı’nı işletirdi. Babam incir, üzüm, palamut işi de yapardı. O yıllarda tütün bilinmezdi İzmir’de. Tütün, muhacirler geldikten sonra başladı. İncir zamanı oldu mu Ağustos’ta, babam kıyameti kopartırdı. Hanlar temzilenir, develerle Aydın’dan incir gelirdi. Üzüm de Manisa’dan trenle gelirdi. Sonra babam onları depolarda işletirdi. Hiç unutmam, incirler için Kordon’dan denizden su alırdı kadınlar, incirleri suya basarlar, katlayıp kutulara yerleştirirlerdi.“

Herkese yardım eden bir adam

Babasının çok verimkar bir adam olduğunu söylüyor Ayşe Mayda. Elinde tuttuğu Türk Hava Kurumu’na ait altın madalyayı gösterirken, “Babam sadece Hava Kurumu’na değil her yere yardım ederdi. Dünya Harbi’nde katana atlar bağışlamıştı topçekerler için.Yanlış hatırlamıyorsam Hava Kurumu’na 2 bin 500 lira gibi bir para bağışlamıştı. Madalyanın ne olduğunu bilmiyordum. Arada takardım, annem kasaya koymuş gitmişti” diyor. Mayda’ya madalyanın beratını sorduğumda, ne olduğunu bilmediğini söylüyor. Madalyayı anlattıktan sonra okul rozetini gösteriyor Ayşe Mayda. Pırıl pırıl, ilkokula giderken taktığı rozeti sevgiyle uzatıyor:

“Okulumuz Memleket Hastanesi’nin arkasında, özel bir kız okuluydu. Çok güzeldi o günler. Orası kapandıktan sonra bu binayı babamdan kiralayan İtalyanların Okulu’na gittim çok kısa bir süre. 1928 yılıydı galiba. Sörler vardı burada. Disiplinli bir okuldu ben alışmışım serbestliğe. Kız kardeşim buraya devam ett, ama ben sevemedim. Çünkü bütün arkadaşlarım Amerikan Kız Koleji’ne gidiyordu. Ben de oraya gitmek istedim. O zamana kadar eşarp kimse kullanmazdı İzmir’de. Okulun öğrencilerinin de coce de rouj renginde yani horoz ibiği rengi, portakal rengi gibi eşarpları vardı. Bayılırdım onlara, bir de ellerde raketler tenis oynuyorlar. Okula 1928 senesinde beşinci sınıftan başladım. 1937’de liseden mezun oldum.”

Türkiye’nin ilk ortodontisti

Amerikan Kız Koleji’nin ilk mezunlarından olan Ayşe Mayda daha sonra arkadaşlarıyla İstanbul’a gitmiş. 1934’de Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı getirmesine karşın kadınların o yıllarda hala evde olduğuna dikkat çeken Mayda, İstanbul’da arkadaşı Mevhibe Ata ile birlikte Diş Tebabeti Mektebi’ne; yani Diş Hekimliği Fakültesi’ne kaydolmuş. İzmir’den gelmiş, yabancı dil bilen, zeki ve modern bir öğrenci olarak hocalarının da dikkatini çekmiş Mayda. Üniversite yıllarına ilişki şu anıları paylaşıyor bizimle:

“1933’de, Atatürk o zaman Almanya’dan kovulan yahudileri aldı, İsmet İnönü ile birlikte. Çok ünlü hocalar mesela Dember fizikti, Arndt fizikte ya da kimyada, bizim hocamız ise Prof.Kantorowicz’di. Çok sevdik laboratuvarı, hocalar bizi sevdi. Okul bittikten sonra 4,5 yıl da Prof. Kantorowicz’in asistanlığını yaptım. 1941’den 1945’e kadar. Harp yıllarıydı. Annem İzmir’den hastalanıp çağırınca hocam kal dese de annemin yanına döndüm. Hocam dönmek istediğimi söylediğimde, ‘Ne yapacaksın o dead town’da?’ yani ölü şehirde demişti.”

Ayşe Mayda okuldan ayrılırken hocasına, İzmir’de açacağı işyerinin tabelasına ne yazayım diye sormuş. Hocası ona sadece “Ayşe Mayda yaz” demiş. “Neden diş hekimi, ortodontist değil de sadece isim?” dediğinde, “Öyle meşhur olacaksın ki, Ayşe Mayda deyince kim olduğunu bilecekler” diye yanıt vermiş Prof. Kantorowicz. Ve Ayşe Mayda markası da böylece doğmuş.

Çalışan bir kadın olmak

Ayşe Mayda İzmir’e döndükten sonra İkinci Beyler Sokağı’nda ve Ankara Palas Oteli’nin büro olarak tasarlanan odalarından birinde sürdürmüş mesleğini. 1983 yılında vedalaşmış hastalarıyla. Birçok zorlukla savaştığı günleri şöyle anlatıyor:

“Ben çok mücadele ettim. Çünkü o yıllarda ortodontisliğin ne olduğu bilinmiyor. Herkes çocuğumun dişlerini oynatma diyor. Savaş yılları, malzeme yok, tel yok. Avrupa’ya giden arkadaşlarımızdan rica ediyoruz malzeme için. Kemeraltı’nda elektrikçilere gidip bantları yapıştırtıyorum. Sterilizatör bile bilinmiyordu. Ben bir mühendis arkadaşımla ilk sterilizasyon makinasını yaptırtmıştım. Berberlerin dişçilik yaptığı, insanların yüzünün apselerle şiştiği, antibiyotiklerin bilinmediği yıllardı. Ama ben işimle kabul ettirdim kendimi. Kendini kabul ettirmek lafla olmaz. Güzel bir iş yaptın mı karşındaki de görür takdir eder seni.”

Atatürk’ü görmek

Ayşe Mayda eğitim ve iş yaşamı boyunca İstanbul’un da, İzmir’in de en güzel yıllarına tanıklık etmiş. İzmir’de entellektüel, eğitimli, aydın insanlar hep yoldaşı arkadaşı olmuş. Kendi döneminin İzmir’ine dönüyor söyleşirken, “İzmir’in böyle büyüyeceğini hayal bile edemezdim. Ben İzmir’i çok beğenirdim. Tramvay Caddesi derdik buraya, Mithatpaşa Caddesi değildi o zaman. Bütün köşklerin bahçesinde yaseminler, güller mis gibi kokardı okula giderken. Benim zamanımda kadınlar sokağa pek çıkmazdı, evdeydi. Atatürk’ten evvel atlı tramvaylar vardı. Ortada perde olur, önde erkekler arkada kadınlar otururdu. Sonra tramvaylar iki türlü oldu” diyor.

Ayşe Mayda Atatürk’ü de birçok defa görenlerden. 1934 yılında Atatürk’ün İran Şahı ile İzmir’e gelişini çok net hatırlıyor. Ellerinde karanfillerle Atatürk’ü görmek için caddede koşturduklarını anlatıyor. Anılarını paylaşıyor, masal dinler gibi dinliyoruz :

”Bir kere Sadık Bey Gazinosu’nun orada gördüm Atatürk’ü, dans ederken. Sadık Bey Latife Hanım’ın dedesi. Muammer Bey’in babası. Onun yukarda yazlığı vardı. Orada balo yapıldı. Hepimiz koştuk gttik. Beyaz perdeler var aradan bakıyoruz. Atatürk geldi, yanında Salih Bozok var, yaveriydi. 1934 gibi olmalı. Atatürk, Hakimiyeti Milliye’nin bir öğretmeni vardı, Çetin Bey’di sanırım, onun hanımıyla dans ettiler. Atatürk, çok yakışıklıydı. Atatürk gelip de bizi beğeniverirse diye saklanırdık. Atatürk bir vals yapardı, fraklarının kuyrukları uçardı adeta. Başka türlüydü o dansı izlemek.”

Ayşe Mayda ile sohbetimizde İzmir’in tanınmış simalarını konuşuyoruz. Necati Cumalı, Safiye Ayla ve Mekke Emiri’nin oğlu olan eşi Şerif Muhittin Targan, Ruhi Su, Rakım Elkutlu, Cevat Şakir Kabaağaç, Ferit Eczacıbaşı, Samim Kocagöz, Haluk Cansın diye sıralıyor Mayda. Yanından ayrılırken, “İzmir benden sorulur” diyor o güzel gülümseyişiyle…

Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas
Category: Köşe yazıları

Yazı gezinmesi

← İhracat İzmir’in geleneğinde var”
İzmirli devrimcilerin hikayesi →

Yazıişleri

  • ANA SAYFA YAZARLAR (1)
  • Estetik Ebru (45)
  • Genel (2)
  • Güncel Haberler (4)
  • Kent-Yaşam yazıları (11)
  • Kitap dostu yazıları (87)
  • Köşe yazıları (667)
  • Röportajlar (23)
  • Saadet Erciyas (80)

Sayfalar

  • Ana sayfa
  • Basında Estetik Ebru
  • Başlangıç
  • Belgeler
  • Bir Karşıyaka Beyefendisi
  • Estetik Ebru
  • Gizlilik politikası
  • İletişim
  • Kitaplar
  • Ödüller
  • Saadet Erciyas
  • Yazı işleri
© 2025 Saadet Erciyas | Powered by Minimalist Blog WordPress Theme
Menu
  • Başlangıç
  • Saadet Erciyas
  • Yazı işleri
    • Kent-Yaşam yazıları
    • Kitap dostu yazıları
    • Köşe yazıları
    • Röportajlar
  • Kitaplar
  • Ödüller
  • İletişim
  • Estetik Ebru
    • Belgeler
    • Basında Estetik Ebru
  • Bir Karşıyaka Beyefendisi