Çalışma yaşamındaki koşulları, standartları geliştirmek ve ileriye götürmek amacıyla kurulmuş olan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organisation – ILO), tüm dünyada 28 Nisan gününün “Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü” olarak kutlanmasını öngörüyor. Bu yılın teması ise “iş sağlığı ve güvenliğinde önleyici bir kültür geliştirilmesi” olarak belirlenmiş.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre “Sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmak” bir insan hakkı… İş kazası konusunda karnesi zayıflarla dolu, onlarca genç insanını katliam gibi iş kazalarıyla kaybeden Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği 1930’lu yıllardan bu yana korunuyor gibi görünse de durum hiç iç açıcı değil. Manisa Soma’daki madende 301, Karaman Ermenek’teki madende 18, İstanbul’daki inşaatta 10 canı ardı ardına kaybettiğimiz 2014 yılındaki kazalar, Türkiye’deki iş güvenliği ve iş sağlığı zaafiyetinin doruk noktasında olduğunu bir kez daha gösterdi. İşyerlerindeki toplu ölümlerin yanı sıra evlerde, ofislerde, okullarda yaşanan kimi ölümle kimi yaşam boyu izi kalacak sakatlıklarla sonuçlanan kazaların sayısı da azımsanacak gibi değil.

Gerek çalışma yaşamında, gerek günlük yaşantımızda kendine daha yeni yer bulmaya başlayan, yaşadığımız acı deneyimlerle farkındalığımızın arttığı iş sağlığı ve güvenliği konusunda önemli bir toplantı düzenlendi. Avrupa Birliği Bilgi Merkezleri Ağı tarafından İstanbul Tarabya Otel’de düzenlenen “Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Forumu” İstanbul’da 20 – 22 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleştirildi. İzmir Avrupa Birliği Bilgi Merkezi’nce seçilen grupla katıldığım forum, Türkiye’nin 20 ilinden 126 katılımcıyı bir araya getirdi.
Kat edecek çok yolumuz var

Toplantıda konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Yardımcısı Dr. Rana Güven, iş sağlığı ve güvenliği konusunda daha kat edecek çok yol olduğunu, ancak 4 Nisan 2015 tarihinde Meclis’ten geçen ve iş yaşamıyla ilgili düzenlemeleri içeren İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın çok önemli kazanımlar getirdiğini söyledi. Dr. Güven, Türkiye’de yasal mevzuatta bir eksik bulunmadığını sorunun güvenlik kültüründen kaynaklandığını belirterek, “Toplumsal bir iş sağlığı güvenliği kültürü oluşturmak zorundayız. Burada sadece kanun koymakla olmuyor, bire bir işyerinde insanların bunu ihtiyaç hissetmesi, algılamanın değişmesi ve benimsemesi lazım” dedi.

Yeni çıkan iş yasasında yapılan düzenlemelerin özellikle Soma, Ermenek ve İstanbul’da yaşanan asansör kazasının ardından toplumsal baskıyla gündeme geldiğini söyleyen Dr. Rana Güven, iş güvenliği ve meslek hastalıkları konusunda eldeki istatistiklerin gerçek rakamları yansıtmadığına da değindi. İstatistiklerin sadece Sosyal Güvenlik Kurumu’nun karara bağlanan dosya sayısı olduğunu anlattı. Dr. Güven, 2013 yılı itibariyle Türkiye’de 13 milyona yakın çalışan olduğunu, 2013’de meydana gelen 191 bin 389 iş kazasının aslında istatistiki veri değil sigortacılık verileri olduğunu kaydetti. Mesleki hastalık verileri konusunda daha sıkıntılı durumda olduğumuzu söyleyen Dr. Rana Güven, şu bilgileri paylaştı:
“Meslek hastalıkları daha da beter, dosyaların incelenmesi yıllar alıyor. 3, 5, 10 yıl süren dosyalar var. Buradaki rakam zaten yok hükmündedir. En az 50 bin beklediğimiz rakam 371. Oysa bakıyoruz Türkiye’de 1 milyon 700 bine yakın iş yeri 13 milyona yakın çalışan var. İşyerlerinin yüzde 98’si dünyayla paralel olarak KOBİ; Küçük ve Orta Ölçekli İşletme. Çalışanların yüzde 84’e yakını burada çalışıyor, iş kazalarının da yüzde 63’ü KOBİ’lerde meydana geliyor. Ancak küçük de olsa bir umut ışığı belirdi. Geçmiş yıllardaki sunumlarda KOBİ’lerdeki kaza oranları yüzde 85’lerdeydi. Biraz azalma var.”
Her kesimde sorun var

Türkiye’nin 20 ilinden çalışan, işveren, akademisyen ve gazetecileri buluşturan etkinlikte katılımcılar “iş güvenliği” konusunda yaşadıkları deneyimleri paylaştı. Soma’daki faciadan kılpayı kurtulan bir maden işçisi, Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde taşeron olarak çalışırken belediye başkanı değişince işlerinden olan işçiler, meslek hastalığı yaşadığı için işten atılan bir turizm sektörü çalışanı, derisinin rengi nedeniyle ırkçı yaklaşımlarla karşılaşan ve yaşadığı ayrımcılıkla yaşam kalitesi bozulan AfroTürk Derneği’nden bir İzmirli, ağır çalışma koşullarından yılmış ünlü bir sinema sanatçısı, dizi oyuncusu, bir sendika başkanı, cam fabrikasında çalışan bir işçi, Sağlık Bakanlığı Çağrı Merkezi’nde çalışan bir genç, gün boyu X-ray cihazının karşısında çalışan bir güvenlik görevlisi, uluslararası yollarda çalışan bir tır şoförü, bir belediyede çalışan itfaiyecinin anlattıkları ülkemizdeki iş güvenliğinin röntgenini çekiverdi iki gün içinde.
Yapılan atölye çalışmalarında ve forum sonrasında iş güvenliği kültürünün ülkemiz için çok yeni olduğu, işyerlerinde iş güvenliği uzmanlarının öneminin henüz anlaşılmadığı, iş güvenliği eğitimini verecek kursların nitelikleri konusunda sorunlar olduğu, sendikaların iş güvenliği ve sağlığı konusunda eksiklerinin bulunduğu, taşeron işçi konusunun hala çok büyük sorun olduğu, şirketlerin iş güvenliğini hala bir maliyet olarak gördüğü, iş yerinde yaşanan kazalar sonrası hak aramada hukuki açıdan sıkıntılı süreçler yaşandığı dile getirildi.
İş güvenliği varsa motivasyon da var
Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mahmut Ekşioğlu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Yardımcısı Dr. Rana Güven ve Avrupa Birliği Türkiye delegasyonu sektör müdürü Caner Demir bir sunum yaptı.

Doç. Dr. Mahmut Ekşioğlu, iş sağlığı ve güvenliğini sağlamanın şirketler için bir yük değil tam tersi bir prestij konusu olduğuna değindi. İş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konusunda gereken önlemlerin alındığı işyerlerinde iş veriminin arttığını anlatan Doç. Dr. Ekşioğlu, iş güvenliği iyileştirilmiş işletmelerin diğerlerinden daha üretken olduğunu kaydetti. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine de değinen Doç. Dr. Mahmut Ekşioğlu, 2005 yılı itibariyle kazalar ve hastalıklar nedeniyle yılda 2,2 milyon kişinin öldüğünü, dünya genelinde 270 milyon iş kazası ve 160 milyon meslek hastalığına maruz kalan kişi olduğunu söyledi.
İş güvenliği kültürü şart
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Genel Müdür Yardımcısı Dr. Rana Güven, İş Güvenliği Yasası için 2005 yılından bu yana çalıştıklarını anlatırken, ortaya çıkan yasanın eksikleri olsa da bütün tarafların anlaşabildiği bir metin olduğunu söyledi. Dr. Güven şu bilgileri verdi:

“Yeni İş Güvenliği Yasası’yla artık hakları ihlal edilen işyeri hekimi ve güvenliği uzmanlarına bir yıllık sözleşme tutarında tazminata hükmedilecek. İş güvenliği uzmanları için sektörel düzenleme yapılacak. Kamudan ihale alınan işlerde üretim zorlamalarının önüne geçilecek. Üç yıl boyunca iş kazası olmayan işyeri, işvereninden işsizlik sigortası priminin yarısı alınarak bir devlet desteği sağlanacak. Üniversitelerde zorunlu İSG dersleri okutulacak. İdari para cezaları kademelendirilerek artırılacak. Durdurulan işte çalışma yapan işverene üç yıl yani paraya dönüştürülemeyen hapis cezası verilecek.”

Avrupa Birliği Türkiye delegasyonu sektör müdürü Caner Demir de, Avrupa Birliği’nin iş güvenliğindeki temel yaklaşımının önleyici kültür olduğunu, kaza gerçekleşmeden önlem almak üzerine yoğunlaştıklarını anlattı. Türkiye gibi aday ülkelerin de iş güvenliği ve sağlığı konusundaki stratejileri takip etmesi gerektiğine değindi.
İzmir, iş güvenliğinde iyi noktada

İzmir’in iş güvenliği ve sağlığı konusunda duyarlı bir kent olduğuna değinen Dr. Rana Güven, şu görüşleri paylaştı: “İzmir’in özellikle Serbest Bölgesi’nde yeni mevzuat gelmeden çok güzel iş sağlığı uygulamaları yapan kuruluşlar olduğunu biliyorum. ESBAŞ’taki iş sağlığı hizmetlerinden kuruluşundan beri haberdarım. Oradaki hekim arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum, çok güzel çalışmalar var. Uluslararası rekabet bizim devlet eliyle yaptıramadığımızı yaptırıyor. Bu çok net. Çünkü adam malını pazara sunmak istiyor. İhracat geleneği olan kentler farklı. O pazara girecekse malı alan diyor ki, sen çocuk işçi çalıştırıyor musun, malını nasıl koşullarda üretiyorsun? İşçilerinin sağlık ve güvenlik tedbirlerini nasıl aldığını bana belgele ona göre alacığım diyor. Bunları sağlamazsanız malınızı almıyor. Dolayısıyla uluslararası pazar koşulları bunu zorunlu kılıyor.”