Türkiye’nin üçüncü büyük kentinde gece belli bir saatten sonra toplu ulaşım araçlarının son hareket saatini kaçırdınız mı yandınız. Gündüz zaman kaybına yol açan aksaklıklar, gecikmeler gece saatlerinde daha can sıkıcı hal alıyor. Karşıyaka’dan Üçkuyular’a doğru yol almaya çalışırken yaşanmış bir “ulaşamama” öyküsü.
Canımız sıkılınca “deniz havası almak iyi gelir” diyerek Göztepe sahiline inmek üzere eşimle evden çıktık. Arabamıza bindik, İnönü Caddesi’nden Mithatpaşa Caddesi’ne indik, oradan Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na çıkarak Göztepe sahiline eriştik. Çeşme yönüne doğru yol alırken Üçkuyular Arabalı Vapur İskelesi’ne vapurun yaklaştığını gördük. Vapurla karşıya geçme konusunda fikir birliğine vardık, “Biraz deniz havası alır, sıkıntımızı dağıtır rahatlarız” dedik.
İskeleye doğru yol alırken, “Arabayla değil de yaya mı gitsek? Karşıda park yeri bulmak zor olabilir. Hem daha özgür dolaşırız” diye konuşurken bir arabanın otoparktan çıktığını gördük. Güzel bir rastlantıydı. Hemen otoparka saptık ve zar zor bulunabilen yere arabamızı park ettik. Turnikeden geçip bindiğimiz vapur bir kaç dakika sonra hareket etti. Tatlı bir esintiyle Bostanlı’ya doğru yol alırken, nasıl bir macera yaşayacağımızdan elbette habersizdik.
Saat 18.25’de bindiğimiz vapurla yaklaşık yarım saatlik, esintisi bol keyifli bir yolculuktan sonra Bostanlı’ya geldik. İskeleden çıkıp alanı kat ettik, yolun karşısına geçtik ve Ataşehir yönüne giden tramvay durağına yürüdük. Birkaç dakika sonra gelen tramvayla, zaman sorunu olmaksızın, keyifle yol aldık. Atakent durağına yaklaşırken o yörede yaşayan ve uzun zamandır görüşmek istediğimiz arkadaşlarımız aklımıza geldi, iş yerlerini ziyaret etmek üzere tramvaydan indik.
Kısa süre yürüdükten sonra arkadaşımızın iş yerlerine ulaştık. Bizi içtenlikle karşılayan, büyük konukseverlikle ağırlayan arkadaşlarımızın iş yerindeki doyumsuz sohbet, Bostanlı’nın gözde restoranlarından birinde akşam yemeğinde de sürdü. Tatlı bir esintiyle limonata gibi havada yemeklerimizi yedik. Çaylarımızı yudumlarken saatin 23.00’e yaklaştığını fark ettik. Yola koyulmak için izin istedik, birlikte kalktık.
Bizi arabalarıyla Bostanlı Vapur İskelesi yakınına kadar getiren arkadaşlarımız, “Aracınızı nereye park ettiniz, yakınına bırakalım sizi?” diye sordu. “Yok, arabamız burada değil, Üçkuyular Vapur İskelesi’nin otoparkında” karşılığını verdik. Geldiğimiz gibi, vapurla karşıya geçip arabamızı alacak ve eve dönecektik. Bu saatte vapur olup olmadığını bilmediğini söyleyen arkadaşlar bizi Üçkuyular’a bırakmayı teklif etti. “Vapurla yarım saate karşıdayız. Körfez’i kat etmenize gerek yok. Siz rahat olun” dedik ve teşekkür edip onlarla vedalaştık.
İskeleye ulaştığımızda saat 23.10’u gösteriyordu. Ancak, Üçkuyular’a giden son arabalı vapurun saat 23.00’de kalktığını ve kıyıdan uzaklaştığını gördük. “Tamam, biz de Karşıyaka İskelesi’ne gider, oradan vapurla geçeriz Konak’a” dedik. Durağa geçtik, bir kaç dakika sonra gelen tramvaya bindik. Karşıyaka Vapur İskelesi’ne geldiğimizde saat yaklaşık 23.20’yi gösteriyordu. Baktık ki ışıkları söndürülen iskelenin kepenkleri çoktan inmiş. Karşıyaka’dan Konak’a vapur seferlerinin saat 23.00’de sona erdiğini böylece öğrenmiş olduk.
Son vapurları kaçırdığımıza göre, toplu taşımada iki seçeneğimiz olduğunu düşünüyorduk. Otobüsle Konak’a gidebilirdik ya da Karşıyaka Çarşısı’nın sonundaki istasyona yürüyüp İZBAN banliyö trenine binip yol alabilirdik. Tercihimizi otobüsten yana kullandık. “Çarşının sonuna kadar yürürken İZBAN’ın son seferini kaçırırız” endişesiyle otobüs peronlarına yöneldik.
Peronlar arasındaki dinlenme alanında yorgunluk çayı içen otobüs şoförlerine, “Konak’a otobüsler nereden kalkıyor?” diye sorduk. “Buradan Konak’a bu saatte otobüs seferi yok. Ancak Halkapınar aktarmaya gidebilirsiniz. Oradan gideceğiniz yere devam edersiniz” yanıtını alınca şaşırdık. Halkapınar otobüslerinin nereden ve saat kaçta kalktığı sorumuza, “Bostanlı İskelesi’nden kalkan 543 numaralı otobüse binmeniz gerek. Onun da bu saatte seferi var mı bilemeyiz” yanıtını alınca şaşkınlığımız büsbütün arttı.
Saat 23.30’u geçiyordu. On dakika kadar peronlarda bekledik. Derken 543 hat numaralı otobüs tıklım tıklım yolcusuyla önümüzde belirdi. “Son sefer” endişesiyle kalabalığa aldırmadan otobüse bindik. İzmir’in karanlık, sessizliğe bürünmüş çeperlerinden, kentin çehresini değiştiren yüksek katlı, ışıltılı ama soğuk gökdelenlerinin tezat görüntüleri arasında yaklaşık yarım saat süren bir yolculukla Halkapınar Aktarma Merkezi’ne geldik.
Kafamızda “Acaba bu saatte Fahrettin Altay Meydanı yönüne sefer var mıdır?” sorusuyla metro istasyonuna yöneldik. İstasyondaki kalabalık ve ışıklı göstergedeki süre bilgisi endişelerimizi dağıttı. Ardımızda 20 kadar durak bırakıp aktarma merkezine ulaşabildiğimize, metro seferlerinin sürdüğüne sevinip beklemeye koyulduk. Birkaç dakika sonra tren seti önümüzde belirdi. Gece yarısını geçmiştik, trene bindik ve Fahrettin Altay Meydanı’na doğru yol almaya başladık.
Fahrettin Altay Meydanı metro istasyonunda trenden inip yeryüzüne çıkmamız saat 00.30’u bulmuştu. Oradan kuş uçumu bir kilometre uzaklıktaki Üçkuyular Vapur İskelesi’ne gitmenin en pratik yolu tramvaya binmekti. Ancak tramvay seferleri saat 24.00’te sona ermişti. Bölgedeki devasa alışveriş merkezi inşaatı ve tramvay hattı, iskeleye taksiyle gitmemizi zorunlu kılıyordu.
Bir taksiye binip bizi Üçkuyular Vapur İskelesi’ne ulaştırmasını rica ettik. Bir kilometre uzağımızdaki otoparktan arabamızı alıp evimizin yolunu tutacaktık. Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin önüne geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na çıkacağımız 19/1 Sokak İZSU ekiplerinin çalışması nedeniyle kapatılmıştı.
Üçkuyular yönüne gitmek için yaklaşık iki kilometre ötedeki 95 Sokak’tan Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na dönülebilirdi. Taksi şöförüne devam etmesini söyledik. Gece saat 01.00’e geliyordu, yorulmuştuk, sıkılmıştık, “En iyisi arabamızı yarın alırız” diyerek taksiyi evimize yönlendirdik.
Ertesi gün
Ertesi gün, yapacağımız işleri, kent merkezindeki ziyaretleri planlayarak evden çıktık. İlk hedef, Üçkuyular Vapur İskelesi’nin otoparkına bir gün önce park ettiğimiz, gece bir türlü ulaşamadığımız arabamızı almaktı doğal olarak. Taksiye binerek gitmeyi önerdim, eşim, “Otobüsle gidelim. Hepi topu yarım saatlik mesafe” diye karşı çıktı. Amerikan Koleji önündeki otobüs durağına yöneldik.
Duraktaki ışıklı göstergede 4 dakika yazmasına karşın, yaklaşık 15 dakika sonra bir elektrikli otobüs göründü uzaktan. Tabelasında “Fahrettin Altay Aktarma Merkezi” yazan otobüse bindik, serin ortamda ve trafiğin el verdiği hızla yol almaya başladık. Göztepe Stadı durağında yolcu indirmek için duran otobüsün arkasından “tak” diye bir ses duyuldu. Şoför el frenini çekerek otobüsten indi. Arka kapının açma – kapama mekanizmasından demir parça yerinden çıkıp zemine düşmüştü.
Şoförün araçtaki bir başka meslektaşıyla yaptığı, “Sefere devam edelim mi, yoksa yolcuları indirelim mi?” fikir tartışması, “Devam edelim”le son buldu. Yaklaşık on dakikalık zaman kaybının ardından, Üçkuyular eski pazar yerinde ineceğimizi sandığımız otobüs, dönüp Oyak Sitesi’ne doğru yol almasın mı?
İlk durakta, Meydan durağında otobüsten inerek Fahrettin Altay tramvay durağına yöneldik. Orada da yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra gelen tramvaya bindik. Bir kaç dakika sonra Üçkuyular durağına geldik. Tramvaydan inip yürüyerek yolun karşısına geçtik, Üçkuyular Arabalı Vapur İskelesi’ne gittik. Bu sefer park ettiğimiz arabamıza ulaşmayı başarmıştık. Eşimin “yarım saatte varırız” dediği Amerikan Koleji – Üçkuyular İskelesi arasındaki 3,2 kilometrelik mesafeyi bir saati aşkın sürede ancak kat edebilmiştik.
Genellikle özel aracımızdan çok toplu taşım araçlarını tercih ederiz. Gündüz zaman kaybı yakınmalarına yol açan aksaklıkların geceye yansıması ise gerçekten çok can sıkıcı. İnsan sormadan edemiyor; Türkiye’nin üçüncü büyük kentinde saat 23.00’ten sonra ulaşım bu kadar zor ve zorlu mu olmalı? Bu kentte yaşayan engelliler, yaşlı bireyler, çocuklular toplu ulaşım araçlarıyla bu mesafeleri nasıl kat eder, bu yolculukları nasıl yapar? Yaşam tarzına herkesin imrendiği İzmir’de, ulaşım sistemindeki aksaklıklar kentin ekonomik ve sosyal yapısını nasıl etkiler? Kentlilerin büyük çoğunluğunu ilgilendiren sorunların ve yakınmaların yoğunlaşmasının bedelini siyaseten kim, nasıl öder?
Yazar Saadet Erciyas’ın önceki “Kent-Yaşam” yazıları:
[catlist id=18 pagination=no]