“Bir köy ülkeyi değiştirebilir. Ulamış’ta bugün yaşananlar gün gelecek bu ülkede siyaseti değiştirecek” diyor Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer. Seferihisar’ın Ulamış Köyü’nde bu yıl ikincisi düzenlenen “Ata Ekmeği ve Armola Şenliği”nin açılış konuşmasında köylü kadınların coşkulu alkışlarıyla kesiliyor konuşması. Soyer’in köye ilişkin çalışmaları burada da en çok kadınların yaşamına dokunuyor çünkü.

İki yıldır karakılçık buğdayından üretilen “ata ekmeğini” ve Seferihisar’ın ünlü “armola peynirini” tanıtmak adına neşeli, coşkulu bir şenliğin düzenlendiği Ulamış Köyü’nün adı pek duyulmamış olabilir. Ancak insanların geleneksel tarımla uğraştığı, mandalina, zeytin yetiştirdiği, arıcılık yaptığı Ulamış Köyü, şimdilerde Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in de dediği gibi “Türkiye’de değişimin öncüsü” bir köy olma yolunda hızla ilerliyor.
Bir tohumla değişen yaşam

“Ulamış’ta değişim sandıktan çıkan bir tohumla başlıyor” dersek yanlış olmaz sanırım. Belediyenin “Başka Bir Tarım Mümkün” projesiyle yaşama geçen Can Yücel Tohum Merkezi, bugün altın değerindeki karakılçık buğdayının sandıktan sofralara gelen sürecine de öncülük ediyor. Proje kapsamında, ekolojik tarımı desteklemek üzere üretici pazarları açılıyor, birlikler, kooperatifler kuruluyor, tarım ürünü sanayi ürününe dönüp, yerel tohum korumaya alınıyor. Bu tohumlardan biri de karakılçık buğdayı.
Unutulmuş, sandıklarda kalmış yerli tohumlar, tohum merkezinde verilen yoğun emekle yeniden yetiştiriliyor. İşte Ulamış ve Turgut köylerinde yeşeren ve binbir şifasıyla bugün ata ekmeği olarak sofralarımıza gelen Topan Karakılçık Buğdayı, sandıktan çıktıktan sonra köylünün alınteriyle birleşip ekmeği, aşı oluyor.

Buğday, geleneksel yöntemlerle una dönüştürülüyor, köy fırınlarında atalarımızın yöntemiyle pişiriliyor, ekmek oluyor. Ulamış’ta her Cumartesi düzenlenen geleneksel pazarda da satılan ata ekmeğine, Seferihisar’ın ünlü armola peyniri de eşlik ediyor. Şenlikte bu iki ürün öne çıkıyor görünse de, kadınların ürettiği keşkekler, Seferihisar’ın nohutlu mantıları, sarmaları, dolmaları, börekleri, mandalinayla yapılan tatlıları da görücüye çıkıyor.

Köyde kadınların kurduğu, değerli tiyatrocu Vedat Murat Güzel’in büyük emek verdiği Ulamış Köy Tiyatrosu ise kabına sığmıyor. Sadece İzmir’de değil, ülkenin birçok yerinde sahne alıyor kadınlar. Tiyatroya gönül vermiş kadınlar, şenliğin açılışında da neşeli oyunlarıyla, alkışlarla karşılıyor gelen konukları köy meydanında.
Bir avuç tohumdan bugüne

Can Yücel Tohum Merkezi’nde üretim sorumlusu olan Aylin Bostan ile şenlikte kurulan sergilikte, tohumları yüz yıllık taş değirmende öğütürken söyleşiyoruz. Beş yıldan bu yana belediyenin desteğiyle yoğun bir emekle çoğaltılan tohumların normal buğdayın iki katı fiyata alıcı bulduğunu söylüyor. Belediyenin de köylüyü desteklemek için ön alım sözleşmesi yaptığını dile getiriyor. Kendisinin de karakılçık buğdayı ürettiğini anlatan Bostan, sağlık için faydalı olduğu bilinen ata ekmeğinin belediyenin satış sitesi “SeferiBakkal”ın en çok satılan ürünü olduğunu söylüyor.
Şenlik köyde değişim yarattı

Sergilikleri gezip gözümüzü, gönlümüzü doyurduktan sonra son yıllarda evlerin bahçelerinden dönüştürülen ve sayıları hızla artan kafelerden birisine yöneliyoruz. Kalabalık bahçede oturacak yer ararken, Köy-Koop’un 47 yıllık kuruluş öyküsünde ilk kadın başkan olan Neptün Soyer ile karşılaşıyoruz. Soyer’le, Ulamış’ın tanıtımı için seferber olan Berkhan Parlak ve Seferihisar’da yaşamını sürdüren Dilek Yenigün ile yeni bir proje üzerinde çalışırken görüşüyoruz.
Ulamış’taki köy ilkokulunda iki yıl matematik öğretmenliği de yapan Neptün Soyer, “Bu köyün insanları, özellikle de kadınları çok çalışkan” diye söze başlıyor. Köyde geçmiş yıllarda karakılçık buğdayından ekmek üretildiğini ama yıllar içinde unutulan bu buğdayın yeniden köyde yaşam bulduğuna değinen Soyer, “Seferihisar’ın en iyi armolası da burada yapılıyor. Tulumda asılı olarak üretiliyor. Ata ekmeği ve armola çok iyi gidiyor birlikte. Şenlik de bu iki özel ürünü markalaştırıyor, Ulamış’a ilişkin farkındalık da artıyor” diye ekliyor.

Şenliğin tüm köyde gerçek bir değişim yarattığını anlatan Neptün Hanım, kadınlarla yaptıkları tiyatro çalışmalarının içlerindeki enerjiyi, yeteneği ortaya çıkardığını söylüyor. “75 yaşındaki Ayşe Teyze tiyatro sahnesinde kendisini ifade etme olanağı buluyor. Bu insan ya okusaydı, belki de Türkiye’nin ilk kadın tiyatrocularından biri olacaktı. Eğitim bu nedenle önemli işte” diye heyecanla sürdürüyor sözlerini.
Ulamış’ta herkes kapısının önünde pişirdiğini satıyor. Neptün Soyer, “Gölcük, Gödence, Çamtepe, Düzce, Turgut, İhsaniye köylerinden gelenler de var burada. Köylüler bahçelerinde ürettiği ne varsa, mutfağında pişirdiği şeyleri satabiliyor. İnsanlar pazara çıkmaktan vazgeçmiyor, çünkü bu pazar sosyal hayatlarına bambaşka bir renk kattı, başka bir dünyaya kapılarını açtı.İzmir’in her yerinden insanlar da bu doğal ve lezzetli ürünlerle buluşmak için sıcağa aldırmadan buraya geliyor” diye anlatıyor yaşananları.
“Tire’deki Dere Kahve gibi olsak”

Köyün yerlilerinden Berkhan Parlak ise Ulamış’ın yola yakın ama insanlardan uzak bir köy olduğunu söylüyor. Yapılan projeyle köyde yaşamın değiştiğini söylerken, “Köye gelen hareketlilik herkesin yaşamına dokundu. Aslında burasını Tire’nin Dere Kahvesi gibi yapmayı çok isteriz. Bunun için derenin ıslah edilmesi gerekiyor ama bu ilgiyi gören yetkililer bu konuya sonunda el atacaktır diye düşünüyoruz” diyor.
Ulamış Köyü’ndeki coşku dolu şenlikten ayrılırken bir yandan kulağımıza klasik müzik sesleri bir başka yandan ise göbek havaları geliyor. Yanımızdan sakin bir şekilde geçen atlıların ise rahvan at yetiştiriciliği geleneğini yaşatmak için uğraşan gençler olduğunu öğreniyoruz. Ulamış’tan ayrılırken Tunç Soyer’in açılış konuşmasındaki sözlerini düşünüyorum:

“Ulamış’ta bugünlerde yaşadığımız hikaye, geleceğin Türkiye’sinde, değişimin öncülerinden olacak. Bu köyde viyolonsel çalan çocuklar, tiyatro yapan kadınlarımız, yüzyıl önceki tekniklerle ekmek üreten köylülerimiz inanılmaz bir hikaye yazıyorlar. Göreceksiniz, Türkiye’de bunu bir gün anlamaya başlayacak ve siyaset böyle değişecek.”
Bu hikayeye yürekten inanıyor ve keyifle okumayı diliyorum ben de…
***
Srebrenica’nın annesine veda

Srebrenica Anneleri Derneği Başkanı Hatica Mehmedovic’in uzun süredir mücadele ettiği hastalığa yenik düşerek yaşamını yitirdiğini öğrendik önceki gün. Kendisiyle 2011 yılında tanışmıştık. Bosna Hersek Fahri Başkonsolosu Ahmet Kemal Baysak’ın hazırladığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklenen “Gençler ata topraklarıyla buluşuyor” projesi buluşturmuştu bizi. Mehmedovic, Bosna Hersek’in en kutsal mekanlarından Srebrenica’da Türkiye’den gençlerle bir araya gelmişti, onlara sarılarak ağlamıştı.
Sıradan bir köylü kadınıyken savaş ve yitirdiği canlar, onu diğer acılı kadınlar gibi mücadeleci bir insana dönüştürmüştü. Savaştan sonra köyüne dönmüş ayakta kalmaya çalışırken Srebrenica’nın diğer anneleriyle birlikte “dünyanın en medeni” ülkelerinin mahkemelerinde soykırımı kanıtlamak için tüm varlığıyla çalışıyordu. Çok üzgündü söyleşirken. Psikolojik destek alıp almadığını sorduğumda, “Benim hastalığımı iyileştirecek doktor dünyada yok. Hiçbir ilaç benim yarama iyi gelmeyecek” yanıtını vermişti.

Yaşamını yitirdiğini öğrendiğimde Mehmedovic’in ilk bu sözleri geldi aklıma. Bir dizi etkinlik için Bosna Hersek’in başkenti Sarajevo’ya giden Ahmet Kemal Baysak, haberi vermek için bizi aradığında “Bütün Bosna’da yas var, herkes Hatica Hanım’ın ardından gözyaşı döküyor, çok üzgünüm” diyordu. Sözün bittiği yer Hatica Mehmedovic için de. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Yattığı sonsuzluk uykusunda yakınları, evlatları, eşi yoldaşı olsun… Mücadelesi unutulmayacak. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.