İzmir, 2011 yılında savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyeliler’in en yoğun yaşadığı iller arasında sekizinci sırada yer alıyor. İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Mohammad Saleh Ali’nin verdiği bilgiye göre, İzmir’de yaklaşık 150 bin kayıtlı, 50 bin de kayıtsız Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Sığınmacılar en çok Konak, Karabağlar, Buca, Bornova, Bayraklı ve çok azı da Çiğli de yaşıyor.
Suriye’deki savaştan kaçıp ülkemizin en modern kentlerinden İzmir’e gelebilmiş sığınmacı kadınlarla “İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği”nde bir araya geldim. 2013 yılında kurulan dernek Basmane’deki üç katlı, 14 odalı eski bir İzmir evinde hizmet veriyor. Burada genelde Suriye’den gelen tüm sığınmacılara, en çok da kadınlara ve çocuklara destek veriyor.
Dernek yapısı, aynı zamanda kadın kooperatifinin, kadın meclisinin ve şu sıra deprem bölgelerinden gelen sekiz Suriyeli ailenin kaldığı pansiyon görevini de gören çok işlevli bir yapı durumunda. Derneğin başkanı İzmir’de 24 yıldır yaşamını sürdüren Mohammad Saleh Ali’nin en büyük yardımcıları ise dernekte gönüllü çalışan Suriyeli sığınmacı kadınlar.
Derneğin yanı sıra kooperatifin de başkanı olan Mohammad Saleh Ali, bu yıl İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi’nin (İGAM) 2022 Angela Bourdett – Coutts Ödülü’nü kazanmış. Türkiye’deki sığınmacılar için yıllardır hizmetler verdiği için bu ödüle değer görülen Ali, “Aslında bu ödülü burada çalışan kadınlarla aldık, onlar olmasa burada işler böylesine düzenli yürümez” diyor.
Mohammad Saleh Ali, İzmir’de yaşayan yaklaşık 200 bin Suriyeli’nin yaklaşık yüzde 51’inin kadın olduğunu belirtiyor. Ailelerin en az dört ya da beş çocuklu olduğunu anlatan Ali, kadınların yaklaşık yüzde 10’unun çalışma yaşamının içinde bulunduğunu, genç kızların daha çok iş bulabildiği tekstil sektöründe çalıştığını dile getiriyor. Derneğin öncelikli hedef kitlesinin kadın ve çocuklar olduğunu söyleyen Mohammad Saleh Ali, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“İzmir ilinde yaşayan ve temel haklara erişimleri yetersiz, risk altında olan kadınlarla çocukların güçlendirilmesinin toplumsal ve ekonomik güçlendirmeyi de sağlayacağını düşünüyoruz. Ancak sesimiz güçlü çıkamıyor. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve sivil toplum kuruluşları zaman zaman destek oluyor. Ancak onlar da mutlaka uluslararası bir paydaş istiyor. Uluslararası paydaşı her zaman nasıl bulabiliriz?”
Yapılan yardımların daha çok eğitim odaklı olduğunu belirten Mohammad Saleh Ali, hukuka erişim, cinsellik, hijyen, çocuklarla iletişim, aile iç şiddet ve Türkçe başta olmak üzere bir çok konuda eğitim verildiğini söylüyor. “Eğitim elbette önemli. Ancak ekmek hepsinden önemli” diyen Ali, “Suriyeli kadınlar arasında çok yetenekli, başarılı kadınlar var. Ama bu sıkıntılar içinde kaybolmuş durumdalar. Bu yeteneklere yol açmamız gerekiyor el birliğiyle” diye konuşuyor.
Dernekte yardımların yanı sıra ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla araştırmalar yapıyor. Mülteci kadınların İzmir’de sivil katılım deneyimleri, toplumsal cinsiyet bağlamında şiddet, şiddet durumunda başvuru mekanizmaları, yerelde sivil katılımlarını artırmak, üreme ve cinsel sağlık sorunları, mültecilerin ayrımcılık ve nefret söylemine karşı güçlendirilmesi, çocuk hakları, evlilik-boşanma ve İstanbul sözleşmesi çerçevesinde kadın hakları eğitimleri bunlardan bazıları.
Suriyeli kadın sığınmacıların dayanışması
İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin girişindeki oda aynı zamanda toplantı salonu, yemek odası, derneği ziyarete gelenlerin derdini anlattığı bir mekan. Derneğin Yönetim Kurulu Üyesi ve “Birlikte Güçlü Mülteci Kadınlar Kooperatifi”nin Başkan Yardımcısı Merfat Srour, “İzmir’de Mülteci Kadın Meclisi” Başkanı ve Suriyeli sığınmacıların Konak Kent Konseyi Kadın Meclisi Temsilcisi Nagma Saraj, dernekte gönüllü çalışan Suriyeli kadınlar Hatun Gubari, Narin Hüseyin, Şükran Acuz ile söyleşiyoruz.
Görüşeceğim kadınların çok az Türkçe biliyor olması ya da beni anlasalar da Türkçe konuşamamaları söyleşimizi güçleştiriyor. Nagma Saraj bu noktada arkadaşlarının sözlerine, hislerine ve yakınmalarına tercüman olarak bu güçlüğü aşmamı sağlıyor. Kadınların adlarının ne anlama geldiğini soruyorum. Nagma, adının “yıldız”, Narin’in “ince yapılı”, Hatun’un “kadın”, Şükran’ın “teşekkür etmek, minnet duymak”, Merfat’ın ise “barış, yardım, destek” anlamına geldiğini söylüyor.
“Hepimizin bir adı var. Ancak toplum içinde uzun zamandır tek bir adımız var bizim: Suriyeli. Suriyeli bizim artık müşterek adımız. Ben adımın anlamını unuttum. Bu kelimeden de nefret ettim” diyor Nagma Saraj. Savaş nedeniyle 2012 yılında ailesiyle ülkesinden kaçıp Türkiye’ye gelmiş İzmir’e yerleşmiş binlerce Suriyeli sığınmacı kadından birisi Nagma, İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin en aktif üyelerinden.
Türkçe’yi oldukça akıcı konuşan Nagma aynı zamanda derneğe gelen sığınmacı kadınlara yol gösteren, destek veren “İzmir’de Mülteci Kadın Meclisi” başkanı. Bu sıfatıyla, Konak Kent Konseyi’nde Suriyeli sığınmacı kadınları da temsil ediyor. Suriye’de erken yaşta evlenince eğitimi yarıda kalmış. Ancak okuma azmi hiç tükenmemiş. Evlendikten sonra sekiz çocuğuyla eğitimini sürdürmüş. Lübnan Üniversitesi’nde ilahiyat eğitimi almış.
Nagma, savaşta Türkiye’ye geldiklerinde de eğitimini sürdürmekten vazgeçmemiş. İki yıllık yüksek lisansını Bingöl Üniversitesi’nde yapmış. 2019 yılından bu yana İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, UNICEF’in katkısıyla tercümanlık yapmaya destek vermeye devam etmiş. Türk vatandaşlığı için işlemleri hala süren Saraj’ın, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne yaptığı doktora başvurusu da kabul edilmiş.
Savaşta Nagma’nın 11 kardeşinin her biri ayrı bir ülkeye dağılmış. Üç oğlu ve kızı ise binbir zorluğu göze alarak Almanya’ya kaçmış. “Büyük ve korkutucu bir macera yaşadılar ben de gidecektim ama bir şeyler beni engelledi, gidemedim ve kaldım” diyor. Savaşta yaşadıklarını, dağılmış ailesini, dernekte paylaşılan acıları ancak kaleme kağıda sarılıp yazdığı şiirlerde dile getirince rahatladığını söylüyor. Gittikleri her yerde önce “Suriyeli” olmaktan yorgun olduklarını dile getiriyor Nagma Saraj.
Kendi vahalarında bir yaşam
Nagma Saraj, “Biz mülteci kadınların en önemli sorunlarından ilki dil” diyor. Kendi aralarında “vaha” olarak tanımladıkları dernekte bu amaçla zaman zaman Türkçe dil kursu düzenlediklerini belirtiyor. “Pandemiden önce 650 kadın Türkçe dersi aldı. Halk Eğitim de denetliyordu dersleri ancak yeterli değil, daha çok ders olması gerekiyor. Kadınlar okula giden çocukları aracılığıyla evde bir miktar sürdürebiliyor eğitimini” diyor.
Nagma, derneğin kadın birimi koordinasyonunda 2020 yılında dernek üyesi 40 kadınla birlikte “İzmir’de Mülteci Kadın Meclisi”ni kurduklarını söylüyor. Yaklaşık 300 Suriyeli kadınla etkin iletişim halinde olan meclisteki kadınların sorunlarını Kent Konseyi’ne de taşıdığını anlatıyor. “Kent Konsey’i bir şeyler yapmak istiyor, ama daha çok konuşuluyor orada. Asıl iş burada, dernekte” diye tanımlıyor durumu.
Sığınmacı kadınların Türkçe dil sorununun yanında entegrasyon, hukuki haklar, iş, eğitim, aile içi şiddet ve sağlık gibi sorunları olduğuna da değinen Nagma Saraj, Türkiye’ye geldikten sonra çok sayıda boşanan kadın olduğuna dikkat çekiyor. Nagma, “Burada kadınların bizlere de anlatamadığı aile içi şiddet, erken yaşta evlilik, cinsel taciz, çok eşlilik, sağlık sorunları, kız çocuklarının eğitimi gibi pek çok sorunu var. Kadınlar haklarını bilmiyor, sorunlarını paylaşmaya utanıyor, korkuyor, genelde üstünü kapatıyor. Anlatırsa çare bulmaya çalışıyoruz. Ama genelde içimizde kalıyor” diyor.
İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin aslında kadın odaklı bir dernek olduğuna dikkat çeken Nagma Saraj, Konak Belediyesi Kadın Danışma Merkezi’nin yanı sıra Suriyeli sığınmacı kadınların sosyal ve ekonomik entegrasyonuna yönelik çalışmalar yapan Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’yla (KEDV) çalıştıklarını anlatırken sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Burada normal sohbet edecek ortamı bile bulamadık. Dilimiz olmadığı için iletişim kurmak zor oluyor. Komşularımızla bile iletişimimiz sınırlı. Elbette yaşadığımız semte göre değişiyor durumlarımız ama böyle bir gerçek var. Bizi istemiyorlar, oysa entegre olmak zorundayız. Gençler bizlere göre daha çabuk entegre oldular. Kızlar tekstil ağırlıklı çalışıyorlar. Buradaki özgürlük ortamı herkese iyi geliyor aslında. İzmir’i hepimiz çok seviyoruz.”
Kooperatifi canlandırmak istiyoruz
Merfat Srour İzmir’e sekiz yıl önce Halep’ten gelmiş. Ülkesinde fen fakültesini bitirmiş. Geldiğinden bu yana da dernekte görev almış. 2020 yılında mülteci kadınlara sürdürülebilir ekonomik destek yaratmak için “Birlikte Güçlü Mülteci Kadınlar Kooperatifi”ni kurmuşlar. Kooperatifte ürettikleriyle 8 Mart’ta Kültürpark’ta açılan Kadın Emeği fuarlarına katılmışlar bir kaç yıl. Srour’un sözlerini yine Nagma Saraj çeviriyor:
“En büyük isteğimiz dernekte bir dikiş atölyesi hayata geçirmek. 12 kadın bu amaçla dikiş eğitimi aldı. Ancak sürdüremedik, yaptıklarımızı satamamak en büyük sorunumuz oldu. Fuarlara katılmak yeterli olmadı. El sanatlarımızı yapıp değerlendirmek istedik. Çocuklarımız için pantolon, giysi dikmek ve satmak istedik. Şu anda sadece bir adet dikiş makinemiz var, overlok da yapabilen altı makinaya, ütü masası ve kumaşa ihtiyacımız var. Aramızda tasarım yapabilen çok başarılı kadınlarımız var. Bunları sağlayıp atölyemizi ayağa kaldırabilirsek çok yararlı olacak.”
Mülteci kadınlarla yaptığımız görüşmeye katılan Hatun Gubari, Narin Hüseyin, Şükran Acuz ve Merfat Srour’a son olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için gönüllerinden geçirdiklerini, geleceğe dair düşüncelerini soruyorum. Merfat Srour, “İstikrar ve barış istiyorum. Irkçılıktan uzak bir toplumda, huzurla, güvenle yaşamak istiyorum” diyor.
Hatun Gubari önce çocuğu için tedavi istiyor. “10 yaşındaki oğlumun bir kez ‘anne’ dediğini duymak istiyorum. Ona ‘oğlum’ diye seslendiğimde duymasını istiyorum. Kulağı için tedaviye ihtiyaç var ama imkanlarımız yetmiyor” diyerek dile getiriyor duygularını. Şükran Acuz ise anaokuluna giden üç çocuğu için “Güzel bir hayat” diliyor. Eşinden ayrılmış, “Daha iyi olanaklarda iyi bir eğitim almalarını istiyorum ama imkanlarımız yok” diyor o da.
Nagma, “Hepimizin bir adı var. Biz artık sadece Suriyeli kadın olarak anılmak istemiyoruz. Bu sıfatla yaşamak çok yorucu. Gerçek adımızı unuttuk, hatırlamak istiyoruz. Huzurla, barış içinde, üreterek yaşamamımızı sürdürmek istiyoruz” diyor.
(*) Bu yazı, Avrupa Birliği finansal desteği ile 9 Eylül Gazetesi’nin “Basın Özgürlüğü İçin Örgütlü Gazeteciler ve Güçlü Dayanışma Projesi” kapsamında hazırlanan “Değişen Hayatlar” özel ilavesinde yayımlanmıştır.