“Kimi gurbete ayarlıdır, kimi sılaya
Bazen kavuşmayı çeyrek geçer,
Bazen beş vardır ayrılığa,
Neyi gösterir peki, ah neyi gar saatleri?”
İster gurbete, ister sılaya ayarlı olsun artık sadece kendi istediği zamanı gösteren anı yüklü saatler… Eskişehir İstasyonu’ndan Haydar Paşa’ya kesilmiş, 1938 tarihli “Yalnız bir defaya mahsus mecenni seyahat varakası”… İşçilerin aile bilgilerinin yer aldığı Yevmi Muhabere Defteri… 1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yılı anısına basılmış Demiryollar Mecmuası… İzmir-Aydın arasında yapılacak demiryolunda İngilizlere 50 yıl boyunca verilecek imtiyazların yer aldığı belgelerin reprodüksiyonları, tebliğler, tasdiknameler, belgeler, yazışmalar, biletler ve fotoğraflar…
İngiliz tüccarlar tarafından 1800lü yıllarda inşa edilen iki katlı tarihi bir binada hizmet veren TCDD İzmir Müze ve Sanat Galerisi, sizi 20-30 kilometre hızda, buharını savura savura köyler arasından geçen demir atlarla anı yüklü bir yolculuğa davet ediyor. Bu müzede ne yüksek hızlı trenlerin baş döndüren teknolojisi, ne internet erişimi, ne de modern gar binalarındaki dijital saatler var.
Müzenin bir parçasıymışçasına dingin duran Müze Müdürü Mazlum Beyhan, “Buraya en çok emekli demiryolcular gelir. Her bir objenin, fotoğrafın başında durur, anılarına dalarlar. Bazen heyecanla paylaşırlar anılarını, fotoğraflardaki buharlıların yılını, modelini, gücünü anlatırlar. Onlar için başka bir anlam yüklü bu müze” diyor.
TCDD Müze binası 1800lü yıllarda İngiliz tüccarların ticari emtia deposu olarak yapılmış. Limana yürüyüş mesafesindeki bina daha sonra İngiliz şirketlerin idarehanesi olarak kullanılmış. 1990 yılında restore edilerek, Türkiye’nin birçok bölgesinden gelen objelerin sergilendiği Demiryolları Müzesi’ne dönüştürülmüş.
Mazlum Beyhan, “Binanın giriş kapısındaki demir işlemelerde yer alan çıpa figürleri, şirketin denizcilik firması olduğunun en güzel kanıtı. Demiryollarının millileştirilmesinden sonra İzmir – Aydın Osmanlı Demiryolu Şirketi idarehanesi olan bina uzunca bir süre de lojman olarak hizmet vermiş” diyor. Beyhan, binanın bulunduğu adanın hem TCDD için hem de kentin tarihi belleği için büyük önem taşıyan bir alan olduğuna dikkat çekiyor.
Önünde yer alan palmiyelerle dikkat çeken zarif tarihi binaya ana caddeden, küçük bir bahçeden geçerek giriyorsunuz. Bahçede motorlu bir drezin ve İzmirin ilk itfaiye araçlarından biri selamlıyor sizi. İki katlı binanın girişinde üç oda bulunuyor. Aslında oldukça dar bir mekan olan müze, Osmanlı Devletinin ilk demiryolu hattının temellerinin atıldığı bir kentin, demiryollarına ait belleği sanki tıkıştırılmış ya da üst üste yığılmış gibi bir izlenim yaratıyor. Mekanın darlığı objeleri fark etmenizi zorlaştırıyor.
Girişteki küçük salon bir istasyona girdiğinizde karşılaşacağınız malzemelerle donatılmış. Kantar, deri kaplı bir ahşap bekleme koltuğu, tren kalkış saatlerini gösteren zaman çizelgesi ve zamanı durdurmuş olan 19. Yüzyıl’dan kalma gar saatleri… Ortadaki minyatür buharlı lokomotifin bir yanında döküm bir soba, diğer yanında yağdanlıklar, şef tren sandığı ve fenerler sıralanmış.
Girişte sağdaki oda müze yöneticisi Mazlum Beyin kullandığı, “galeri içinde bir galeri” özelliği taşıyan küçük bir oda. Sergilerin düzenlendiği üst kattaki sanat galerisine bağışlanan resimler, fotoğraflar, Mazlum Beyhan’ın derlediği Demiryolları’na ait orijinal baskılı kitaplar, ansiklopediler bulunuyor.
Girişte solda iki oda bulunuyor. İlk odada Balıkesirden gelen bir santral ve deri bir operatör sandalyesi, 1950 yılına tarihlenen bir telem makinesi, fenerler, üzeri kalem işi deri kaplı bir istasyon şefi masası, 1860 yılına ait ana hat santrali, telgraf makinesi, seyyar bir telgraf makinesi, talimatnameler, istasyon memurlarının simgesi kırmızı bir şapka ile kırmızı, yeşil renkli işaret diski sergileniyor.
Alt katta yer alan ikinci odadaki objeler de oldukça ilgi çekici. Ahşap traversler, tirfonlar, ahşap branşman kazması gibi demiryolu yapımında kullanılan malzemeler, 1856 yılında temeli atılan İzmir-Aydın demiryolundan kesilen bir ray, ölçüm araçları, lokomotif düdüğü, yol bekçilerinni kullandığı flamalık, pürmüzler (küçük ebatlı alev makinası), Alsancak Garı’ndaki atölyelerde İngilizler’den kalma cam kiremitler demiryolları tarihinden bir kesit sunuyor.
İki odanın birleştirilmesiyle elde edilen bu alandaki en önemli eserlerden birisi de Bağdat Demiryolları’na ait harem vagonunun bir kesiti. Camları vitray, duvarları ipek goblen kaplama, ahşap tavanı renkli el işiyle süslenmiş vagon kesiti demiryolların ait depolardan rastlantı sonucu fark edilerek kurtarılmış ve müzeye getirilmiş.
Vagona ait havalandırma diski, vantilatör, kapı kolları ve küllükler çalınmaya karşı korunsun diye aynı odadaki bir başka cam bölmede sergilenmiş. Cam bölgelerde ayrıca servis takımları, işaret fişekleri, plakalar, çatal bıçak takımları da yer almış.
Geçmiş yıllarda demiryolları lokalinde kullanılan bir piyano ise şimdilerde sesi soluğu kesilmiş lokale inat, 1900’lü yıllarda sosyal etkinliklerin daha yoğun yaşandığının kanıtı gibi duruyor.
Müzede İzmir Demiryolu Hastanesi’nin tabelası, hastaneden laboratuvar gereçleri, mesai kartlarının basıldığı işyeri saati, döküm sobalar da yer alıyor.
TCDD Müze binasını yılda 5 bin 500 kişi geziyor. Beyhan, özellikle limana gemilerin geldiği günler, yabancı konukların ilgiyle gezdiğini anlatıyor. Pazar-Pazartesi günleri dışında, 09.00 – 17.30 saatleri arası açık olan müzeyi gezmek ücretsiz.
Binanın arka tarafında badem taşlarıyla bezeli bir bahçe, altında ise yaklaşık 400 metrekarelik bir mahzen olduğunu da söylüyor Mazlum Beyhan. Müze binasının yanı sıra bitişiğindeki binaların dış yüzeylerinde hep mermer kullanıldığına dikkat çekerken, bu malzemelerin büyük olasılıkla Efes’teki mermer ocaklarından geldiğini belirtiyor.
Müzeden aklım karışarak ayrılıyorum. İzmir-Aydın demiryolu kurulurken İngilizler’in sağladığı imtiyazları düşünüp kızıyor, demiryollarını millileştiren Behiç Erkin’i rahmetle anıyorum. Yoğun trafiği aşıp, yolun karşısına, garın olduğu bölüme geçiyorum.
Sait Altınordu Meydanı olarak tanımlanan alanda yer alan müze binasının yanındaki postaneden İngiliz Konsolosluğu’na kadar olan bölgeye bakıyorum. Sonra arkamdaki gar kompleksi, kreş binası, bugün lojman olarak kullanılan bekleme salonu ve üstündeki saat kulesi, hemen ilerisindeki kreş, Tekel binası, sonrasında Sağırlar Okulu’nu izliyorum.
Limana birkaç yüz metre uzaklıktaki, bu muhteşem adanın turizm cenneti ülkelerdeki gibi yayaya ayrılmış, kentin belleğine saygılı, korunmuş bir alana çevrildiğini hayal ediyorum. Limandan gelen turistin gardan binecekleri trenle Selçuk’a turistik yolculuk yapabileceği aklımdan geçiyor. Akşam trafiğinde caddede sıralanmış otobüslerin, araçların kulağımı sağır eden korna sesleriyle kendime geliyorum.
Müze Müdürü Mazlum Beyhan aslında bir çevirmen
1990 yılından bu yana müzenin yöneticiliğinin yapan Mazlum Beyhan da uzun yıllar Devlet Demiryolları’nın farklı bölümlerinde çalışmış bir demiryolcu. Ancak sohbet ederken kendisinin Rus ve Soyvet edebiyatından pek çok eseri dilimize kazandıran bir çevirmen olduğunu öğreniyoruz.
Mazlum Beyhan’ın dilimize kazandırdığı eserlerden bazıları şunlar:
Nasıl Yapmalı? – Nikolay Çernişevski Benim Dağıstanım – Resul Hamzatov Ben De Halimce Bedreddinem – Radi Fiş Bir Mutasavvıf, Bir Ahi Hümanisti Celaleddin Rumi Mevlana – Radi Fiş Budala – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Suç ve Ceza – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ekmeğin Fethi – Pyotr Kropotkin Ölü Canlar – Nikolay Vasilyeviç Gogol Bir Delinin Anı Defteri, Nikolay Gogol Sivastopol – Lev Nikolayeviç Tolstoy Kafkas Tutsağı – Lev Nikolayeviç Tolstoy Sanat Nedir? – Lev Nikolayeviç Tolstoy
Category: Köşe yazıları