Kadim şehir Kudüs’te zaman yolculuğu
Din turizmi açısından son derece önemli bir kent olan Kudüs, İsrailliler için başkent. İlk kez gören herkes gibi benim de çok etkilendiğim Kudüs ya da İsraillilerin deyişiyle Jerusalem için kullanacağım tek kelime var, “inanılmaz”. Üç semavi din Müslümanlık, Musevilik ve Hristiyanlık için kutsal sayılan Kudüs, gerçekten görülmesi gerekli kadim şehirlerden biri. Kışları kar bile yağacak kadar soğuk olduğunu öğrendiğim şehirin eski şehir bölgesine gitmeden önce Parlamento Binası’nı (Knesset), hemen karşısındaki parkta bulunan Yedi Kollu Şamdan heykelini (Menorah), tüm dünyadan devlet adamlarının bağışladığı güllerden oluşmuş Gül Bahçesi’ni ziyaret ediyoruz.

Kudüs, İsrailliler için 1980 yılından bu yana başkent. Türkiye’nin yanı sıra Birleşmiş Milletler dahil çok sayıda ülke başkentliği tanımasa da başbakanlık, ülkenin tüm devlet binaları, resmi kurumları, bakanlıklar çalışmalarını Kudüs’ten sürdürüyor. Yaklaşık 800 bin nüfuslu Kudüs’ün yüzde 64’ü Musevi, yüzde 34’ü Müslüman, yüzde 2’si Hristiyan. Kudüs İsrail’de Müslüman nüfusun en yoğun olduğu kentlerden biriymiş.
Bir rehber büyüğümün “en az üç gün kalmalı” dediği Kudüs’e sabahtan gelsek de ancak küçük bir bölümünü, hızlandırılmış bir şekilde gezebiliyoruz. Bu yolculukta iki rehber eşlik ediyor bize. Miki ile eski Kudüs şehrini, Selahattin ile Müslümanlar için kutsal olan Harem-i Şerif’i ziyaret ediyoruz.
Yoksul yahudilerin un değirmeni:Montefiore

Kudüs’te Parlamento binasının ardından ikinci durağımız kentin kültürel miras listesindeki Montefiore Değirmeni (Windmill) oluyor.
Değirmen 1860’larda Kudüs surlarının hemen dışındaki Mişkenot Şaananim semtinde İtalyan asıllı musevi iş adamı Montefiore tarafından yaptırılmış. Un değirmeni, yoksul halkın geçimlerini sağlamak amacıyla inşa edilmiş. Değirmenin çevresindeki İtalyan tarzı, tahta panjurlu, bahçeli tarihi taş evler hala ayakta ve son derece bakımlı görünüyor. Montefiore’nin seyanatlerinde kullandığı faytonun bir örneği de değirmenin bahçesinde sergileniyor.

Değirmenin hemen arkasındaki terastan Kanuni Sultan Süleyman tarafından onarılan, yenilenen Kudüs’ün görkemli sur duvarları görülüyor. Bugün hala bu surlar “Muhteşem Süleyman’ın surları” olarak anılıyor. Uzunluğu 4 kilometre içide kalan alan bir kilometre kare olan alan içinde Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Ermeni mahalleleri bulunuyor.
Kudüs: Görkemli tarih içinde zaman yolculuğu

İsrail’de din turizminin merkezi, dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olan bu kutsal kenti yılda yaklaşık 3,5 milyon turistin ziyaret ettiğini anlatıyor rehberimiz. Eski şehire girmeden önce ünlü markaların yer aldığı, kentin simge mekanlarından alışveriş merkezi Mamilla Mall’a uğruyoruz. Burası Kudüs’e ilk yerleşen yoksul Yahudiler tarafından kurulmuş bir başka yerleşim alanı. Bir dönem ev olarak kullanılan binalar restorasyondan sonra lüks ürünlerin, sanat eserlerinin satıldığı şık mağazalara, kafelere dönmüş. Geçmişteki yoksulluğun aksine tam bir zenginlik göstergesi olmuş bugün. Restorasyon gerçekleştirilirken yapılarda kullanılan taşların hepsi tek tek numaralandırılmış. Bazı binalarda bu numaralar hala duruyor. Bu şık alışveriş merkezindeki dükkanların önünde yer alan ve ünlü sanatçılara ait olan satılık heykeller de oldukça etkileyici.

Üç bin yıllık Kudüs, ziyaretçilerine tarih içinde yolculuk vaat eden kadim bir kent. Yahudi ve Hristiyanların en kutsal, Müslümanların ise Mekke ve Medine’den sonraki üçüncü kutsal kenti Kudüs, islamiyetin ilk yıllarında Müslümanlar’ın kıblesi olarak kabul edilmiş.
Kurulduğundan bu yana Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu Emeviler, Kudüs Krallığı, Moğallar, Memlükler, Osmanlılar, Britanya Krallığı ve İsrail gibi çok sayıda devletin hüküm sürdüğü “Eski Kent”e, görkemli Yafa Kapısı’ndan giriyoruz. Üç dinin hala iktidar mücadelesi verdiği, binlerce yıllık kent Müslüman Mahallesi, Hristiyan Mahallesi, Yahudi Mahallesi ve Ermeni Mahallesi olmak üzere dörde bölünmüş. Her bir alanda birbirinden önemli dini yapılar, kutsal mekanlar ve onlarca dini hikaye yer alıyor. Her yeri tarih kokan, hikayesi bol Kudüs ziyaretimizde gün boyunca ancak Müslüman Mahallesi ile Yahudi Mahallesi’nin bir bölümünü görebiliyoruz.

Daracık sokaklarıyla bu özel kentte bir turiste çarpmadan yürümek oldukça zor. Eski şehirde ilk durağımız Yafa Kapısı’nın az ilerisinde, bugün müze olarak kullanılan Kral David Kulesi (Tower of David Museum) oluyor.
Arkeolojik kazılarda kalenin M.Ö 6. Yüzyıl başlarında ve Kral Herod zamanında yapıldığı ortaya çıkmış. Bir Ortaçağ kalesi olan yapı, Kudüs’ün sembollerinden biri. Kral David ya da Davud, Süleyman peygamberin babası ve İsrail’in en büyük kralı. Kral bu kalede hiç yaşamamış. Hatta müzenin resmi sitesinde bu ismin Roma döneminden gelen bir yanlış anlama sonucu verildiği bilgisi yer alıyor. Kalenin Osmanlılar döneminde üzerine minare yapılan kulesi de David Kulesi olarak anılıyor.

Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs’e en çok emeği geçen padişahlardan biri olarak biliniyor. Kudüs Kalesi’ni de Kanuni restore ettirmiş. Kalenin etrafı onun döneminde hendekle çevrilmiş ve bir kapı eklenmiş. İlk kapıdan geçildikten sonra sol kısımda bugün bir kısmı ayakta olan alana bir namazgah yapılmış. Namazgahın girişindeki turkuaz çinilerle süslü küçük havuz ve kitabesiyle mihrap hala ayakta. Mihrabın yanındaki açıklamada, 16. Yüzyıl’da Muhteşem Süleyman tarafından yaptırıldığı belirtiliyor.

Osmanlıların 400 yıllık hükümdarlığı sürece, Osmanlı askerlerinin bir üs olarak da kullandığı bu önemli kalede tüm açıklamalar, İbranice, İngilizce ve Arapça olarak hazırlanmış. Hayfa kentindeki Bahai Bahçesi’nin girişinde dağıtılan broşür gibi “Keşke girişte de Türkçe bir broşür olsaymış” diyorum. Kalenin burcuna çıktığımızda Kudüs’te her din için ayrı önem taşıyan, daracık iç içe geçmiş sokakları, dini mekanları hayranlıkla izliyoruz. Müzede haftada dört gün, akşamları Kralın çobanlıktan krallığa geçiş öyküsünün ve Kudüs tarihinin de anlatıldığı ışık ve ses gösterisi düzenlendiğini öğreniyoruz.
Müzenin ardından Arap çarşısına giriyoruz. Kapalı Çarşı gibi otantik bir çarşı burası. Ağırlıkla dini objelerin satıldığı dükkanlar, nar işlemeli örtüler, tekstil ürünleri, anmalıklar sıralanmış dükkanlarda. Üzerinde İsrail Bayrağı işlenmiş oyuncak develer dükkanlarda göze çarpan ilk anmalıklar.
Müslümanların kutsal alanı: Kubbet-üs Sahra

Çarşı ziyaretinde ünlü Fallafel yemeğini yiyerek kısa kesiyor, Müslümanlar için kutsal bir alan olan Mescid-i Aksa ve altın kubbesiyle Kubbet-Üs Sahra’nın bulunduğu Harem-i Şerif’e gidiyoruz. Bu bölüme sadece Müslümanlar girebiliyor. Arkadaşlarım Musevi olduğu için bu bölgeye girmeleri yasak. Ancak bana yardımcı olmak için yemek yediğimiz Arap lokantasından bir çalışanla konuşup yarım saatliğine küçük bir ücret karşılığı rehberlik desteği istiyorlar.
Arkadaşım ile birlikte İsrail Askerleri’nin bulunduğu iki güvenlik noktasında küçük bir sorgulamadan geçiyoruz.Tam donanımlı İsrail askerleri yol arkadaşımın geçişini onayladıktan sonra benim pasaportumu inceliyor ve onay veriyor. Dükkanların kapalı olduğu, oldukça bakımsız bir pasajdan geçip ikinci güvenlik noktasına geliyoruz. Burada da kısa bir sorgulama yapılıyor. Ardından kutsal alana geliyoruz. Girişteki Müslüman görevli pantolonumun üzerine geçirmem için uzun bir siyah etek veriyor ve şalımla başımı örtmemi söylüyor.

David’in Kalesi’nden altın kubbesi parıl parıl ışıldayan, çinileriyle göz kamaştıran, Kudüs’ü tanımlayan tüm fotoğrafların en göze çarpan yapılarından biri Kubbet-üs Sahra’nın büyüklüğünü algılamaya çalışıyorum önce. Hızlı olmak zorundayım, birkaç kare fotoğrafın ardından içeri giriyorum. Ama öncesinde kapıdaki din görevlisi Kelime-i Şehadet getirmemi istiyor Müslüman olduğumu kanıtlamam için.
Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından 689-691 yılları arasında inşa edilen yapı İslam sanatındaki ilk kubbeli yapıymış. Dört kapılı sekizgen biçimindeki yapının tavan işlemeleri gerçekten baş döndürücü. İlk yapıldığında ahşap ve üstü kurşunla kaplı olan kubbe, Kanuni Sultan Süleyman zamanında altınla kaplatılmış.

Dışarıdaki etkileyici Osmanlı çinileri de Kanuni Sultan Süleyman döneminde eklenmiş.
Kadınlar yerlerde oturmuş, kimi dua ediyor, kimi namaz kılıyor kimi de görkemli yapının fotoğraflarını çekiyor, öz çekim yapıyor. Müslümanlar kadar Hristiyanlar ve Museviler için de farklı anlamlar taşıyan Muallak Taşı üzerine inşa edildiği bilinen Kubbet-üs Sahra içinde bir Sakal-ı Şerif de bulunuyor. Hacer-i Muallak Taşı, Hz. Muhammed’in miraca çıktığı kaya olarak biliniyor. Ne yazık ki zaman darlığı nedeniyle oraya uğrayamıyorum.

Mescidi Aksa Harem-i Şerif bölgesinde ziyaret ettiğim ikinci yapı. Burası Müslümanların ilk kıblesi. Mekke’ye uzaklığından dolayı “aksa” yani en uzak adı verilen yapı Davut peygamber döneminde inşa edilmeye başlanmış. Mescidi Aksa’ya geldiğimde ikindi ezanı okunmaya başladığı için cami hızla kalabalıklaşıyor. Rehberim de saati gösterip zamanının dolduğunu söyleyince kapıdan başımı uzatıp birkaç kare fotoğraf çekebiliyorum. İsrail’de ezan sesini sadece burada duyuyorum.
Ağlama Duvarı

Harem-i Şerif’ten ayrılıp, İsrail askerlerinin iki kontrol noktasını ve bakımsız geçidi geride bırakıyorum. Arkadaşlarım beni dışarıda bekliyorlar heyecanla. Fotoğraflardan bir kaç kare gösterip Yahudiler’in Kotel – Batı Duvarı bizim Ağlama Duvarı olarak bildiğimiz bölgeye geçiyoruz hep birlikte. Orada görüyorum ki, Museviler için kutsal olan 18 metre yüksekliğindeki duvarla Harem-i Şerif aynı duvarı paylaşıyor. Duvarın uzunluğu 485 metreymiş.
Alan kuş uçumu mesafesinde ama inanç sistemleri iki farklı dünyaya sesleniyor. Oysa herkes aynı gökyüzü altında aynı Tanrı’ya dua ediyor diye düşünüyorum. Musevi kadın ve erkeklerin dua ettiği Ağlama Duvarı’nda (Western Wall) alan bir paravanla ayrılmış. Herkes huşu içinde dua ediyor burada da. Ellerinde kalem kağıt, yazılan dilekler kumtaşından duvardaki küçük deliklere yerleştirilmeye çalışılıyor. Kadınlar duvara arkalarını dönmeden geri geri giderek ayrılıyor alandan.

Burada Meryem Ana Evi’ndeki dileklerin asıldığı panolar aklıma geliyor. Duvarın arkasında dua eden ben, burada da dua etmeyi ihmal etmiyorum. Çünkü rehberim, “Kudüs’ün her yeri kutsal. Dininiz ne olursa olsun, içinizden gelen her yerde duanızı edin” diyor gülümseyerek. Cuma günleri oldukça kalabalık olan bu bölgede fotoğraf çekmek, cep telefonu kullanmak hoş karşılanmıyor. Ama biz Salı günü gittiğimiz için kimse bir şey demiyor fotoğraf çekmeme. Burada dua ederken en çok tüm dünyaya “barış” diliyorum.
Kudüs’ten Romalılardan kalan görkemli cadde Cardo’dan yürüyerek ayrılıyoruz. Bir dönem 22 metre genişliğinde iki tarafı sütunlarla çevrili cadde, Roma İmparatoru Hadrian tarafından MS 132 yılında yaptırılmış. Bugün büyük bir kısmı yolun altında kalan caddenin bir yanında sütunlar restorasyonla ayağa kaldırılmış. Restorasyonun hala sürdüğü yerde Cardo Caddesi’nde kurulan bir pazar yeri kalıntısı da var. O dönemde pazaryerinde yer alan dükkanlar da duvarlardaki görkemli mozaik panolarla temsil edilmiş.

Hristiyanlar için kutsal sayılan Hz. İsa’nın doğum ve ölüm yeri olan Beytüllahim’i, tüneli ya da diğer tarihi alanları ne yazık ki zamanımız yetmediği için göremiyoruz. Bu özel kentten ayrılırken İzmirli rehber büyüğümün “Kudüs’te en az üç gün kalmalı” sözleri aklıma geliyor.
İsrail’de geçen bir haftalık ziyaretimden ayrılırken aklımda en çok kadim kent Kudüs ile Tel Aviv-Yafa’nın kilometrelerce uzanan kumsalı kalıyor.
(Bitti)