Ahmet Kemal Baysak’la 1993 yılının sonunda tanıştık ilk kez. 1994 Mart’ında yapılacak seçimlerde Karşıyaka Belediye Başkanlığı için Doğru Yol Partisi’nden aday olmaya hazırlanıyordu. Rahmetle andığımız sevgili ablamız, meslektaşımız Aytaç Sefiloğlu’nun önerisiyle bir araya gelmiş ve “adaylığı sürecinde, seçim kampanyasının yürütülmesinde kendisine katkılı olabilir miyiz?” diye konuşmuştuk.
1993’ten bugüne, her zaman, her koşulda sevgiyle, saygıyla, hoşgörü ve muhabbetle sürdü iletişimimiz. Kimi zaman iş için bir araya geldik, kimi zaman değerli görüşlerinden yararlandığımız tatlı sohbetler için… Deneyimli, duayen sanayici ve girişimci kimliğiyle yol gösterdi, çizgisinden hiç sapmayan, politik duruşuyla örnek oldu.
Beyefendi kişiliğiyle onu anlatmaya çalışırken seçeceğimiz sözcüklerin yetersiz kalmasından endişe ederiz. Her insanda olması arzulanan meziyetleri ve çok yönlü kişiliğiyle, geleneklerine, köklerine sadakatle bağlılığıyla, İzmir ve özellikle Karşıyaka sevdalısı Ahmet Kemal Baysak’ı anlatmak hiç kolay değil.
Özetlenen bu söyleşide “deneyim, değişim ve dinamizm”in simgesi olmuş Sayın Baysak’tan kesitler sunmaya çalıştık…
– Yaşamınızın büyük bir döneminde politikayla uğraştınız. Biraz söz eder misiniz o günlerden…
– Ben politikanın içindeyim ama partide resmi bir görevim yok. Şimdiki adı Demokrat Parti olan siyasi kadronun içinde bir defa hep üye olarak yer aldım. Adalet Partisi döneminde ilçe başkanlığı görevlerini yaptım. 12 Eylül 1980’de ihtilalden sonra, yasaklı gurubun içinde biz de vardık. Karşıyaka’da AP ilçe başkanlığı görevini dördüncü defa yaparken yasaklılar arasına alındık.
Karşıyaka CHP’nin kalesi
– Belediye başkanlığını düşünmüş müydünüz ilçe başkanlığı yaptığınız dönemde?
– 1993 yılına geldiğimizde Karşıyaka’dan bir gurup, mahalli seçimlere yaklaşık 10-11 ay kala benim Karşıyaka’da belediye başkanlığına aday olmamı, ısrarla söylediler. Muammer Gezginci, Mehmet Kasap, en başlarında da Ertuğrul Doğuç, Mustafa Ege. Ben de kendilerine yaşımın ilerlediğini, daha gençlerin bu işe teşvik edilmeleri gerektiğini söyledim. Bu gurubun liderliğini yapan Ertuğrul Doğuç, ısrarla bunun üzerinde durdu.
Bir gün, burada iş yerinde otururken asistanımız Döndü Hanım, “Karşıyaka ilçeden arkadaşlar geldi” dedi. Üç otobüs, on arabayla gelmişler, 200’e yakın kişi… O günlerde yaptığımız dağcılık nedeniyle kolum alçıda. “Vatandaşın karşısına böyle çıkmak bizi gülünç duruma düşürür” deyince, bir genç arkadaş;
“Biz araştırdık sorduk, sen aday olursan Karşıyaka’da biz DYP olarak seçimi alırız” diyor. Ben de diyorum ki,”Karşıyaka Sosyal Demokratların, CHP’nin kalesi, ben adaylıktan kaçmam, partinin adayı olurum, onur duyarım ama kazanıp kazanmamam şüpheli”… Onlar ısrarla bunu söylediler, öyle yoğun bir baskı yaşadım ki, bunaldım. Böyle ısrarla aday olduk.
Büyük meydanlar ve kent bandosu hayali
– Siz doğma büyüme Karşıyakalısınız. Aday olurken, Karşıyaka’ya ilişkin hayalleriniz var mıydı?
– İş hayatının içindeydik. İlçe belediye başkanlığı görevini yapmış biri olarak Karşıyaka’nın daha modern, çağdaş, daha yaşanabilir bir şehir olmasını hep arzulamışım. Bu arzum her yurt dışına gidişimde şiddetle artmıştır. Yurt dışında gördüklerim, eskinin yurt dışında nasıl korunduğu, nasıl yaşatıldığı, bizde ise tarihi değerlere sahip birçok eserin nasıl göz önünde kaybolup gittiğini hep üzülerek seyretmişimdir. Eskinin muhafaza edildiğini, o şehirlerde bir meydan kavramı olduğunu, 1200’lü yıllardan başlayarak, yapılaşmanın bugünlere kadar aynen muhafaza edildiğini, burada çok ince bir sanat ve kültürün hakim olduğunu görerek üzülürdüm. 91 yılında eşimle Doğu Almanya’ya seyahate gitmiştik. Zeiss optik cihazlarının yapıldığı şehirde, sabah erkenden Belediye Meydanı’na geldik. Sabah meydanda, bir senfoni orkestrası ve bando vardı. Eşime dedim ki, “Şu şehir küçücük, avuç içi gibi. Şu belediye meydanını görüyorsun. Bir de şurada bu müzik zevkini, kültürünü görüyorsun”. O günlerde de Karşıyaka’da belediye bandosu yok.
Azınlık mecliste belediye başkanı olmak
– Belediye başkanı olduğunuz döneme kadar o birçok eski yapı kaybolmuştu herhalde…
– Evet ben geldiğimde pek bir şey kalmamıştı. Koruyabileceğimiz yapı şöyle kalmıştı. Latife Hanım Köşkü, Cumhuriyet İlkokulu Sokağı’nda Karşıyaka Spor Kulübü’nün kurulduğu yapı, Karşıyaka Halkevi, Beneti Pariente’lerin evi ve bir de Sadettin Bey’in Osman Paşa Parkı yanındaki eviyle levantenlerden Hollandalı bir ailenin Karşıyaka’daki evi, bir de Bayraklı’daki Yahya Paşa Köşkü vardı.
– Karşıyaka, sizin yurt dışında gördüğünüz büyük meydanları olan, sosyal kültürel düzeyleri yüksek kentlerin düzeyine erişebildi mi sizinle ve sonrasında?
– Göreve gelen her belediye başkanı, sahip olduğu bilgi birikimi, tecrübe, yapabilme kabiliyeti dikkate alınarak görev alan her belediye başkanı şehre hizmet etmeye çalıştı. Ben de o belediye başkanlarından bir tanesiydim. O an sahip olduğum olanaklar nispetinde hizmet etmeye çalıştık. Belediye meclisinde benim çoğunluğum yoktu, 38 kişilik mecliste, ben dahil benim gurubum 15 kişiydi. Azınlıkta olan bir belediye başkanı olarak görev yaptım. Ama şunu burada şükranla belirtmek istiyorum. O dönemde Karşıyaka Belediye Meclisi’nde bulunan Cumhuriyet Halk Partili 9, Anavatan Partili 8, Demokratik Sol Partili 6 üye ile iyi diyaloglar kurarak, bu iyi diyalog sonucu koalisyon çalışmaları yaparak, mecliste bulunan partilerin hepsinin oy birliği ile kabul ettiği hizmetleri üretmeye çalıştık.
Belediye Bandosu’nu yeniden kurduk
Dışarıdan edindiğimiz deneyimlerle ilk olarak belediye bandosunu yeniden kurmaya başladık. 9 Eylül 1995’te, Alaybey’de yaptığı hizmetlerin anısına anıtını yaptığımız Bombacı Ali Çavuş’un heykelinin açılışında çalışmaya başladı. Karşıyaka Belediye Tiyatrosu’nu kurduk. Bugün büyük bir okul halinde çalışıyor. Karşıyaka Belediyesi Konservatuarı’nı kurduk. Soğukkuyu’da Ziya Gökalp Kültür Merkezi’ni yaptık, Postacılar’da Postacılar Kültür Sarayı ve Sosyal Tesisleri’ni yaptık. Onur Mahallesi’nde 3 bin kişilik Atatürk Açık Hava Tiyatrosu ve Kültür Kompleksi’ni yaptık. Çiçek Mahallesi’nde, Kültür Sarayı inşaatı hızla devam ediyordu. Cumhuriyet Mahallesi’nde, Cumhuriyet Kültür Merkezi ve Sosyal Tesisleri ile Örnekköy’de Örnekköy Kültür Merkezi ve Cemevi temellerini attık, inşaata başladık. Belediye Başkanımız Sayın Cihan Türsen zamanında bir yarışma ile yapılmasına karar verilen Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nin temelini attık. Bu bahsettiğim Kültür Merkezleri’nden, benden sonra Çiçek Mahallesi, Örnekköy, Cumhuriyet Mahallesi’ndeki Kültür Merkezi inşaatları devam ettirildi. Maalesef Örnekköy’deki Kültür Merkezi, Bostanlı-Mavişehir’deki Zübeyde Hanım Kültür Merkezi inşaatları durduruldu.
Pazaryeri kuruluş amacından uzaklaştı
– Çok katlı pazar yerinin temeli de sizin dönemimizde atılmıştı. Ancak sonrasında bir hayli sorun yaşandı bu yerde.
– Pazarcıları sokaktan kurtarmak, sokakları işgalden kurtarmak amacıyla Soğukkuyu’da katlı pazar yeri projelendirdik, temelini attık. Benden sonra gelen yönetim katlı pazar yerini tamamladı. Ancak katlı pazar yerini projelendirirken ve inşaatına başladığımızda bu pazar yerini Karşıyaka, Nergis ve Şemikler pazar yerinde pazarcılık yapanlara tezgah verilmek üzere yaptık. Ancak, benden sonra inşaatı tamamlanan katlı pazar yeri ne yazık ki; pazarcıların dışında mesleği pazarcı olmayan, her meslekten müracaat edenlere, adeta bir iş hanında büro veriliyormuş gibi bu tezgah yerleri verildi. Bu güzel çalışma, pazarcıların yararlanması gerekirken maalesef akamete uğradı, amacından saptı. Burası pazarcıların hiçbir zaman pazarcılık yapmayacakları bir katlı pazar yeri haline geldi. Pazarcılar da onlardan o yerleri kiralayarak o yerlerde pazarcılık yapma imkanı bulamadılar. İşlevi arzuladığımız şekilde olamadı.
“Görevden kaçtı” dedirtemezdim
– İkinci dönemde seçimi kaybettikten sonra, “Keşke böyle bir deneyim yaşamasaydım” dediniz mi?
– Aslında ben adaylığı kabul ettiğim zaman bir dönem belediye başkanlığı seçildiğim takdirde yapmak üzere bu teklifi kabul etmiştim. Ve seçimlerden bir yıl evvel, Genel Başkanıma önümüzdeki dönem aday olmayacağımı, o sebeple aday olacak kişiyi tespit etmek üzere çalışmalar yapmayı düşündüğümüzü ilettim. Sayın Tansu Çiller bana, “Sayın Baysak, bu dönemde de adayımız sizsiniz. Görevden kaçamazsınız, biz DYP Genel Merkezi olarak Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Karşıyaka’da da kamuoyu yoklaması yaptırdık. Doğru Yol Partisi olarak Karşıyaka’da oyumuzun çok düşük olduğunu, ancak sizin kişisel oyunuz olduğunu tespit ettik. O sebeple bu dönemde adayımız sizsiniz, görevden kaçamazsınız, aday arama çalışmalarınızı durdurun ve önümüzdeki seçime hazırlanın” talimatı üzerine, eşime, çocuklarıma, torunlarıma aday olmayacağıma söz verdiğim halde ki; onlar ikinci defa aday olmama şiddetle karşı çıkıyorlardı, Genel Başkan’ın bu isteği ve talimatı üzerine aday oldum.
– Havayı biliyordunuz ama…
– Evet. Durumu biliyordum ama görevden kaçamazdım ve kendime “Görevden kaçtı” dedirtemezdim. O sebeple aday oldum. Genel merkezin yaptırdığı kamuoyu araştırmaları aynı genel başkanın söylediği gibi çıktı. Karşıyaka’da DYP’nin oyları yüzde 10’un altındaydı, parti olarak seçimlerde 15 bin oy aldık, Karşıyakalı hemşehrilerim bana 30 bin oy verdiler. Bu farka rağmen seçilmem mümkün olmadı, o dönemde Türkiye’de bir DSP rüzgarı esti.
Başkanlık akıllarına gelmezken başlarına geldi
– Aslında İzmir’li seçmenin adaya oy verme eğilimi daha fazladır diye bilinir ama sizin döneminizde esen DSP rüzgarı dengeleri değiştirdi.
– 18 Nisan 1999 seçimlerinde bir DSP rüzgarı esti. Bu rüzgar sebebiyle, Türkiye’nin birçok şehrinde olduğu gibi İzmir’de de belediye başkanlıklarını DSP kazandı. Karşıyakalı seçmen ikinci dönemde bana görev vermedi. Bundan dolayı bir kırgınlığım yok. O görevi yaptım. Ancak, o anda Türkiye’de seçmenlerin çok azı, yüzdesini söyleyemem ama çok azı, adayların bu işi yapıp yapamayacaklarına bakıp oy veriyorlar, genelde seçmenlerin büyük bir kısmı partilere oy veriyor. Burada bu göreve talip olan kişilerden ziyade partiler oy alıyor. Ben onun için şöyle diyorum, bu adaylar içinde öyle kişiler var ki, belediye başkanı olmak akıllarına gelmez, ama başlarına geliyor.
Ankara’da padişah oturuyor, İzmir’de kim başkan olacak karar veriyor
– Bir de parti değiştirmeler var. Siz başından bu yana partinizi hiç değiştirmediniz.
– Ben bunu demokratik olarak bulmuyorum ve şiddetle karşıyım. Türkiye’de belediye başkanlıklarında, belediye mecilslerinde partiler değil, kişiler aday olmalı. Kişisel aday olmalı, yaptıklarınızla ettiklerinizle. Şimdi ise Ankara’da padişah oturuyor, İzmir’de kimin belediye başkanı adayı olacağını onlar söylüyor. Her parti için söylüyorum bunu. AKP’li de ağzını açmış Ankara’ya bakıyor, CHP’li de ağzını açmış Ankara’ya bakıyor. Bu şehirde yaşayan mı seçimi daha iyi yapar, Ankara’da saltanat süren genel başkanlar mı yapar? Ama sistemi öyle bir hale getirdiler ki, milletvekilini genel başkan seçiyor. Sandığa gidip oy atmamıza gerek yok. Bir kişi bile oy atsa tamam, seçilecek. Listeyi onlar yapıyor, aslında bu sistemin sorgulanması, cesaretle ele alınması lazım. Belediye başkanlığını kim yapacak? İzmir’in efendisi olan insanlar var, onları partiler aday göstermeyeceği için hiçbiri çıkmıyor ortaya. Çıkıp ne diyecek ki? “Ben bu işi yapmaya ehilim”, Kim dinler, kim dikkate alır? Alay mevzu olur. Hepsi birbirinin aynı oldu. 1983’de Özal’la başladı. Bunu bütün genel başkanlar beğendi. Demokratı, diktatörü hepsi. Ankara’da oturuyor, İzmir’in listesini hazırlıyor. Sözde ben İzmir milletvekillerini seçiyorum. Ben seçmiyorum o seçmiş, sıraya koymuş, sonra neden tercihli oy sistemi olmasın?
Belediye başkanlığı çok onurlu bir görev, arkanızdan kötü konuşulmayacaksa…
– Politik kişiliğiniz, konumunuz işinizi nasıl etkiledi?
– Politik kişiliğimizin, işimize menfi bir etkisi olmadı. Sebebi şu: Çünkü biz kamuya iş yapmıyoruz. Politikayla uğraşmamız bizim iş hayatımızı nasıl etkiledi? Politikaya zaman ayırdık, işimize zaman ayırmadık. İşimiz için gerekli zamanı ayıramadık. Belediye başkanlığımın döneminde 5 yıl, bir cumartesi bir pazar tatil yapmış değilim. Her cumartesim her pazarım doluydu. Bu doğduğunuz yaşadığınız, çocuklarınızın torunlarınızın yaşadığı bir şehirde belediye başkanlığı yapmak çok onurlu bir görev. Arkanızdan kötü konuşulmayacaksa, “iyi hizmet üretti” denilip takdir edilecekse çok onurlu bir görev.
Başarının sırrı : Birbirini sevmek
– Biraz da şirketlerinizden söz edersek, Terbay Grubu, 54 yıllık geçmişi olan bir kuruluş, bir aile şirketi…
– Terbay, 1 Temmuz 1954’de daha sonra eniştemiz olan arkadaşım Sayın Cemal Tercan’la kurduğumuz bir firma. Bu firmaya sonradan kardeşlerim de ortak olarak katıldılar.
– İzmir’de aile şirketleri çok yaygın. Ancak işler ikinci üçüncü kuşağa geçtikçe büyük sorunlar yaşıyor şirketler. Sizin şirketlerinizde yönetimde 2. kuşak görev alıyor. Bu başarının sırrı nedir? Hem aile birliğini hem de şirket bütünlüğünü bozmadan ayakta kalabilmek?
– Önce birbirimizi sevmek, her birimizin kabiliyeti olduğu alanlarda, her birimizin ayrı ayrı yoğunlaşması, oraya yönelmesi. Bir çatı altında çalışması. Tabii bu birlikte ve beraberlikte herkesin büyük bir payı var.
– Yazılmayan ama herkesin sessizce uyduğu kurallar var mı?
– Yazılı olmayan kurallarımız var bizim de. En önemlisi kurduğumuz işimiz bizim hayatımızın yaşayışımızın devamını sağlayan, gelirimizi sağlayan, bugünün devamı için gerekli maddi kaynağı sağladığımız işimize herkesin büyük bir sorumlulukla bağlı olması. Herkesin birbirine, saygıyla sevgiyle davranması. Her konuda görüşerek istişare ederek, neden, niçin araştırarak karar verilmesi. Ortakların ve ikinci kuşağın aralarında iletişimin eksiksiz, aksamadan sağlanması, herkesin yüklendiği sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmesi.
– Aile üyesi olup da dışarıda çalışan çocuklar var mı?
– Hayır, yok.
– Ana tesisleriniz İzmir’de. Siz de diğer sanayiciler gibi İstanbul’a gitmeyi hiç düşündünüz mü? Artık firmaların yatırımlarını İstanbul’a taşımak gibi bir eğilimi var.
– Öyle düşünceye sahip olmadık. Buradaki işlerimizle çok yoğunduk, çok doluyduk. Başka bir yere gitmeyi düşünmedik.
Beyin göçüne dikkat
– İş merkezini kent dışına taşıyan pek çok firma var. Nasıl bakıyorsunuz bu firmalara, sanayicilere?
– Merkezlerini İstanbul’a taşıyan sanayicilerin bu işi bir ihtiyaçtan dolayı yaptıklarına inanıyorum. Çünkü İstanbul bir şehir olmaktan ziyade, bir devlet niteliğinde. Türkiye ticaretinin yüzde 70’nin toplandığı bir yer. İstanbul ya da başka şehirde daha şanslı olup gören firmaların gitmesine herhangi bir şey söylemek mümkün değil. Çünkü firmalar yaşamak mecburiyetinde. Yalnız beyin göçü dediğimiz, iyi yetişmiş bir kaç yabancı dili bilen iş hayatında başarılı birçok gencimiz daha iyi şartların sağlanması, daha kolay iş bulunması sebebiyle İstanbul’a ve yurt dışına gidiyorlar. Bu bence daha büyük bir kayıp.
Kriz istihdamı etkiliyor
– Siz endüstriyel tesisler kuran bir endüstri kuruluşusunuz.
– Evet, kurduğumuz tesisler üretim yapan endüstri kuruluşları, iplik, un çimento sanayi, gübre fabrikaları gibi,..
– Bunca yıl içinde sizi en çok heyecanlandıran işiniz hangisi oldu?
– Aslında aldığımız her iş yeni bir deneyimdir. Bizi hep heyecanlandırmıştır. Bu işlerden bir tanesi, BMC’nin bizden üretimi için parça istemesi, araç üstü ekipman istemesi, bizi çok heyecanlandırmıştır. Çünkü yapageldiğimiz çalışmanın dışında bir çalışma. Otomotiv endüstrisi olduğu için, çok hassasiyetin olduğu, mikrometre ile çalışmaya başlamamız, bu bizi heyecanlandırmıştır. Diğer heyecanlandıran bir konu da, Yaşar Holding’in Tuborg fabrikasına iş hayatında ilk defa yaptığımız hidrolik kayar kalıpla inşa edilen siloların yapımının bize verilmesi. Bizi çok heyecanlandıran bir iş olmuştur. O güne kadar yapmadığımız bir çalışma.Yurt dışına yaptığımız ilk ihracat da bizi heyecanlandırmıştır. 1982 yılında. Irak’a kanalet kalıpları ihraç ettik. İhracata yönelik, aslında her yaptığımız yeni iş bizi heyecanlandırmıştır. Ama özellikle bu üç konu, özellikle zikredilmeye değer konu. Ürününüzü yurt dışına ihraç ediyorsunuz. Sonra Irak’a yaptığımız ihracat, Almanya’ya, Fransa, İspanya, İtalya’ya, Danimarka’ya ihracatlarımız olmuştur.
– Şu an grup şirketleri bünyesinde çalışan kaç kişi var?
– Şu yaşadığımız son ekonomik krizde yaklaşık 150 yetişmiş, kaliteli elemanımızı işten çıkarmak mecburiyetinde kaldık. Demir çelik fiyatlarının, enerji fiyatlarının yükselmesi sebebiyle. Yurt dışına yaptığımız ihracatı etkiledi.Yurt içindeki talebi azalttı. Kriz yaşanıyor. Şu an ise 400 civarında çalışanımız var makine imalat sanayi, çelik konstrüksiyon ve otomotivde çalışan. İnşaatlarımızda çalışan ekiplerimiz ayrı.
– Yatırım, istihdam, üretim ve vergi konusunda sayılı sanayi kuruluşları arasında yer alıyorsunuz bugün. Yola ilk çıktığınızda böyle bir büyüklüğe erişebileceğinizi hayal ediyor muydunuz?
– Haftalıkla çalıştığınız bir iş yerinden ayrılıp, kendi iş yerinizi, atölyenizi kuruyorsunuz. Kendinize bir öz güven var, “İş hayatında başarılı olabilirim” güveni var. O sebeple çalışmakta olduğunuz her hafta haftalığınızı aldığınız yeden ayrılıyorsunuz. Bir engin denize açılıyorsunuz. Biz iş hayatında üretken olacağımızı, şanssızlıklar yaşamazsak başarılı olacağımıza inanıyorduk. Ne kadar başarılı olduk, o ayrıca değerlendirmeye değer.
“Bu krizi atlatırsak bir daha batmayız” derdik
– Bugünlerde yaşadığımız krizler gibi mutlaka zor dönemleriniz oldu. O zamanlarda ne derdiniz kendi kendinize?
– Bu krizi batmadan atlatırsak, ondan sonra bize bir şey olmaz diyorduk. Zannediyorduk ki, yaşadığımız her kriz ilk defa yaşayacağımız ve bir daha yaşamayacağımız kriz. Ama maalesef Türkiye’de öyle değil. Yaşadığımız krizlerin ve iş hayatını da etkileyen 27 Mayıs 1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980… Bunlar hep ekonomiyi, iş hayatını etkileyen hususlardı. ..
– Siz hep okulunuzdan güzel söz ediyorsunuz. Demek gerçekten iyi bir eğitimin verildiği okuldu.O dönemden çıkan epey sanayici var İzmir’de değil mi?
– Bugün İzmir’deki sanayicilerimizin önemli bir bölümü Mithat Paşa Erkek Sanat Enstitüsü mezunu olan büyüklerimiz.
Gençlik elini yağlamak, kirletmek istemiyor
– O zaman gençler de bir başkaydı galiba?
– Bu mesleklerle uğraşmak bugünkü gençliğe biraz zor geliyor olabilir. içinde bulunduğumuz çağ ve çağın getirdiği imkanlar, imkanların getirdiği yaşamlara özenti gençlerimizin meslek sahibi olmalarını engelleyen bir husus. Kimse elini yağlatmak istemiyor. Gri elbise giymek istemiyor. Herkes beyaz yakalı olmak istiyor. Üretimi kim yapacak? Üretmek lazım ki, herkes bu üretimden pay alsın.
“Fahri konsolos olmadan da Bosna’nın zaten elçisiydim”
– Sizin diplomatik bir yönünüz de var. Bu da başka türlü bir misyon yüklüyor size. İki ülke arasında gönüllü turizm elçisi oluyorsunuz, tanıtım elçisi oluyorsunuz. O ülke kültürünü buraya getirdiğiniz gibi bizim kültürümüzü de oraya götürüyor köprü görevi görüyorsunuz.
– O da ayrı bir durum. 28 Mayıs 2003’te resmen, fahri konsolosluk görevine başladım. Bu görev ise eylül 2002 yılında Bosna Hersek Parlamentosu’nda bir kanunla bana verildi. Bu kişiye özel bir görev, devri mümkün değil ve bu görev iyi yaptığınız sürece, ne kadar yapabildiğinizle ilgili. Aslında bu görevi 1992’nin Nisan ayından beri yapmaya başlamıştık. Bosna Hersek’te 6 Nisan 1992’de başlayan soykırımdan itibaren, bu görevi fahri olarak yapıyorduk. Eylül 2002 yılında da Bosna Hersek Parlamentosu’nda bir kanunla fahri konsolosluk görevi verildi. 13 ili kapsayan Çanakkale’den Antalya’ya kadar, bu görevi yapmamı bir yasayla parlamento kabul etti. Her iki ülke arasında tarihten gelen, akrabalık bağları da içinde bulunan örf, adet gelenekler, kültürel, sosyal, ekonomik, sosyal çalışmaları içine alan bir çalışma başlatık. Kardeş şehir, kardeş okul, kardeş üniversite.
– Kaç kardeş şehir var?
– Tüm Türkiye’de 20’dan fazla kardeş şehir var.
– Aynı zamanda Türkiye Bosna Hersek kütür Dernekleri Federasyonu’nun da kuruculuğunu yaptınız, şimdi de onursal başkanısınız…
– 6 Nisan 1992’ye kadar Türkiye’de, Bosna Hersek ya da Bosna Sancak Kültür Dernekleri adı altında dernekler yoktu. 6 Nisan 1992’de Bosna Hersek’te, Boşnaklara karşı uygulanan soykırım sırasında Türkiye’de bu dernekler burada kurulmaya başlandı. O günden bugüne kadar, Türkiye’de sayı 25 civarında oldu.
– Yılda kaç kere gidip geliyorsunuz Bosna Hersek’e?
– Federasyon olarak katıldığımız bir etkinlik çok önemli. 11 Temmuz’da yapılan Serebrenitsa katliamının anma gününde bulunmak… Onun dışında iş adamları ile Bosna Hersek’i, gezip görmek, tanımak isteyen grupları götürmek suretiyle Federasyon olarak yılda en az üç ziyaret yapmaktayız. Ben ise görevim sebebiyle, asgari her ay bir ya da iki defa görevlerim sebebiyle Bosna Hersek’e gitmekteyim.
Türkiye, Bosna’da meydanı batılılara bırakıyor
– Ticari ilişkiler ne durumda Bosna Hersek’le? Arzulanan düzeyde mi?
– İş hayatının ve ekonominin gelişmesinde Bosna Hersek’te ve Türkiye’de açılan fuarların ve iş adamlarının yoğun çalışmalarda, gelişmelere fevkalede fayda sağladıklarını biliyoruz. Maalesef Türkiye tarihsel akrabalık, sosyal, politik olarak Bosna Hersek’e en yakın ülke olmasına rağmen maalesef ekonomik çalışmalar da istenilen düzeyde değil.
Bosna Hersek’teki kanunlar, yabancı yatırımcıyı teşvik etmekte beş yıl vergi alınmamakta, karın transferi yapılabilmekte, üretim için yapacağınız yatırım, fabrika inşaatınız ve üretimde kullanacağınız her türlü makine, teçhizat, ekipman üretim araç ve gereçleri gümrüksüz Bosna Hersek’e getirilebiliyor. Bosna Hersek’te iyi eğitilmiş kaliteli iş gücü var. Bosna Hersek’in dünyanın yaklaşık her ülkesiyle ayrıcalıklı ticaret anlaşması var. Bosna Hersek’te üretilen her mal dünyanın her ülkesine Avrupa, Amerika, Japonya ve diğer ülkelere gümrüksüz gidebilmektedir. Bosna’da yatırım yapacak Türk firmaları için büyük bir köprüdür ve sıçrama tahtasıdır. Bu durumu batılılar gayet iyi değerlendiriyorlar, Türkiye olarak geç kalmış bulunuyoruz. Meydan, batılılara kalıyor. Bizim yatırımcılarımız, Bosna Hersek’e yatırım yapılabilir mi endişesiyle gecikiyorlar.
– Güvenlik endişesi mi bu?
– Her hususta olabilir. Batılılar orada yatırım yaptığına göre demek ki; yatırım yapılacak her türlü güven ortamı mevcuttur. Bosna Hersek’in bugünkü yasaları yabancıların yatırım yapabilmesi için çok çağdaş yasalardır.
Kahveye oturmadım hiç
– Günü dolu dolu yaşayan bir insansınız. Emeklilik söz konusu değil sizin için. Şirketinizin de onursal başkanısınız.
– Sağlığımız elverdiği sürece, ayaklarımızın üzerinde durduğumuz sürece ikinci kuşak evlatlarımızla, üçüncü kuşak torunlarımızla işimizin başında bulunmayı arzuluyoruz.
– Hiç kahveye gidip boş oturmuşluğunuz, okey oynamışlığınız var mı?
– Çocukluk gençlik yıllarım dahil, hiç kahvehaneye gidip oturma şansını maalesef bulamadım. O sebeple kağıt oynamasını da, tavla oynamasını da bilmiyorum. Okey’i, “tamam, peki” anlamında kullanıyorum… Oyun anlamında bilmiyorum. Ben buna vakit bulamadım, tüm enerjimizi çalışmamıza yönelttik. Bilemiyorum bunları yapmamak eksiklik mi, ayrı bir kültür mü?
Genç kuşaklara önerim araştırmacı olmaları
– Genç kuşaklara ne önerirsiniz iş yaşamında başarılı olmaları için?
– Benim genç kuşaklara önereceğim, çok iyi araştırmacı olmaları, bilgisayar kullanmaları, yaptıkları her işi büyük bir sorumluluk duygusuyla yapmaları. Çok okumaları, fırsat buldukça da bizim dışımızdakiler neler yapıyor, neler üretiyor kaliteleri nedir diye aynı çalışmaları yapan ülkeleri ziyaret etmeleri. Bu araştırmaları yapabilmek için de en az bir yabancı dili öğrenmeleri. İş hayatında yabancıyla onun kendi dilinde konuşmak, apayrı bir avantaj sağlıyor.
– İnternet ile aranız nasıl? Zaman bulabiliyor musunuz?
– İnternet ve cep telefonuyla aram hiç iyi değil ne yazık ki. O yüzden gazeteleri mutlaka takip ediyorum, yerel basını mutlaka okuyup izlemeye çalışıyorum.
– İnternet’te arama yapıldığında, sizinle ilgili çok bilgi ve doküman çıkıyor, hiç incelediniz mi?
– Hayır, maalesef… Ama, arkadaşlarımın yardımıyla bakmak ve okumak isterim elbette yazılanları.
– Bize zaman ayırdığınız ve deneyimlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ediyoruz.
– Sağ olun, ben de teşekkür ederim.