Daha sonra ilanları izleyip, “halkla ilişkiler” bölümünde çalışmak için şirketlere başvuruda bulundu ama her görüşmeye gittiğinde hayal kırıklığına uğruyordu. “Aradıkları halkla ilişkiler elemanı değil…” diyerek umutsuzca geri dönüyordu. İletişim Fakültesi”nin halkla ilişkiler bölümünden mezun, konusuna hakim, donanımlı ve deneyimli birisi olan arkadaşım yine özgeçmişini hazırladı.
Firmayı biraz araştırdı. Çok sık halkla ilişkiler müdürü değiştiğini öğrendi, yine de “Burası büyük firma, bir kurum. Belki aradıkları elemanı bulamamışlardır” dediği firmaya özgeçmişini bıraktı.
Özellikleriyle aranan pozisyon için başvuranlar arasından sıyrılan arkadaşım, görüşmeye çağrıldı. Hem de tam üç kez. Bu süre içinde görüştüğü yöneticilerden olumlu referans alınca, üçüncü gün firmanın patronuyla görüştürüldü. Görüşme çok olumlu geçmişti. Bir kaç gün sonra aradılar kendisini, yanıt olumsuzdu… İşe patronun bir yakını alınmıştı. Yani karşısına “kurum” diye, yine “bir şahıs şirketi” çıkmıştı.
Ne kadar tanıdık bir öykü değil mi?
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin çiçeği burnunda dekanı, fakülteden hocam Prof. Dr. Ahmet Bülent Göksel de aynı kanıda. Yıllardır fakültede Halkla İlişkiler Bölüm Başkanlığı yapan Göksel, “İstanbul’da şirketlerde artık yöneticiler üçüncü, dördüncü kuşak. Oysa İzmir’de şirketlerin başında henüz ikinci kuşak yöneticiler var. Yani hala aile şirketi kimliğinden kurtulamadık. Dolayısıyla İzmir’de eleman seçimlerinde aile şirketi olmanın kararlar üzerindeki etkisi daha yıkılamıyor” diyor.
Fakülte her yıl yüze yakın mezun vermesine karşın halkla ilişkiler bölümlerinde nedense “ya vitrini iyi bir tanıdık” ya da “alakasız bir fakülteden mezun” bir kişi istihdam edilebiliyor. Prof. Dr. Göksel, müdürü de olduğu Ege Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi’nin halkla ilişkiler kursuna gelenlerin çoğunun, “firmaların halkla ilişkiler bölümünde çalışan, ama halkla ilişkiler bölümü mezunu olmayan yöneticiler ya da personel” olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Halkla ilişkiler bir bilim dalıdır. Firmalar ISO çalışmaları gereği yönetim şeması içinde halkla ilişkiler bölümüne de yer veriyorlar. Ama şemanın içi bir türlü dolmuyor.”
Bana göre halkla ilişkilerin ilk kuralı “güler yüz”. Değerli hocam Prof. Dr. Ahmet Bülent Göksel, “Her meslek için öncelikli şart, ama yetmez ki” diyor. “Halkla ilişkiler işine soyunan, kelimenin gerçek anlamıyla soyunan mankenleri, güzelleri görüyoruz. Yürüyor mu? Firmalar halkla ilişkilerin karlılık üzerine etkilerini biraz anlasalar, bizi biraz dinleseler, işin şema doldurmaktan öte olduğunu da anlayacaklar” diye devam ediyor sözlerine…
Sanayi ve Ticaret Odası’nın üyesi firma sahiplerine zaman zaman halkla ilişkiler konusunda seminerler düzenlediklerini belirten Prof. Dr. Göksel, iş adamlarının toplantıları açtıktan sonra dinlemek için salonda bile kalmadıklarını belirtiyor üzülerek. “Biz halkla ilişkilerci arkadaşlarımızla baş başa kalıyor, kendimiz konuşuyor, kendimiz dinliyoruz” diyor.
Halkla İlişkiler Derneği ne yapıyor?” sorumuza ise Ahmet Hocam, çok içten bir yanıt veriyor: “Hakla ilişkilere ilgisiz bir kentin, derneği de konuya ilgisiz kalıyor.”
Bu hep böyle sürüp gitmeyecek elbette… Firma sahipleri, halkla ilişkiler mesleğinin aslında, kamuoyunda insanlarda ölçülebilir tutum ve davranış değişikliğine yol açan bir bilim dalı olduğunu anlayacaklar.
Sadece düşünce satın alıp, kendi fikriymiş gibi satan vitrincilerle değil, “düşünce de üretebilen” halkla ilişkiler elemanlarıyla çalışmanın güzelliğini yaşayacaklar. İşte o zaman, bu kentte de “markasıyla, imajıyla, vizyonuyla” konuşulan kurumların adını, tüm ülke duyacak…
Category: Köşe yazıları