Bir başarısızlıkla karşılaştığımızda ve işi bilene sorup doğru yöntemi öğrendiğimizde, uygulayıp başarıya ulaştığımızda kullanırız daha çok. “Bu muymuş püf noktası? Amma da basitmiş!” deriz çoğu kez.
Ama o basit “püf noktası” olmadan da istediğimiz sonuca ulaşamayız.
Her yıl olduğu gibi başarısına ilişkin bin bir yorumla kapanan İzmir Fuarı’nda dağıtılan ve Kültür Bakanlığı tarafından hazırlatılmış afişlerden birisinde “püf noktası” sözünün nereden çıktığına ilişkin okuyunca insanı gülümseten hoş bir öykü yer almış. Öykü, Türkiye Esnaf Sanatkarlar Odaları Birliği’nin sitesinden alınmış. İlk kez duyduğum bu öyküyü sizlerle de paylaşmak istedim.
“Vaktiyle testi, vazo, çanak-çömlek imal edilen kasabaların birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir kalfa, işinde uzmanlaştığına inanıp, kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ayrıca kendisinin de bir testi imalathanesi açacak kadar bu hususta bilgi birikiminin olduğunu ve buna da hakkı bulunduğunu belirtir. Usta, kalfanın bu tavrı karşısında önce tebessüm eder, sonra kendisinin henüz işin püf noktasını öğrenmediğini söyler.
Kalfa, ustasının bu sözlerine itiraz eder, ustasının bu sonu gelmez nasihatlerinden bıkıp hırsa kapılan kalfa, ustasından icazet almadan bir dükkan açar. Gider, bir testi imalathanesi açar, fırınını kurar, testi imalatına başlar. Bütün işlemleri ustasının yanındaki gibi yaptığı, testi toprağında aynı hamuru kullandığı halde hiç sağlam testi üretemez.
Bin bir emekle yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe rağmen orasından burasından yarılıp, çatlıyormuş. Zavallı kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyince, çaresiz ve mahcup bir şekilde ustasına gidip durumu anlatmış. İşinin uzmanı tecrübeli usta:
– Sana demedim mi evladım, sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın uzmanlık gerektiren bir püf noktası vardır.
Eski kalfasına bu işin püf noktasını öğretmeye karar veren usta, tezgaha bir miktar çamur koymuş ve kalfasına:
– Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana bu işin püf noktasını göstereyim, demiş.
Eski kalfa ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen testiyi dikkatle takip edip arada bir “püf” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatıp bütün emekleri zayi edecek olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp yok etmiş ve böylece çırak da bu sanatın “püf noktasını” öğrenmiş.
Her sanatın incelik, uzmanlık gereken kısmına da o günden sonra “püf noktası” denilmeye başlanmış.Ustasından “püf noktasını” öğrenen ve ustasının duasını alan kalfa da dükkanına dönerek sağlam testiler üretmeye başlamış.”
Fuar, İzmir’in ve Ege Bölgesi’nin halkını bir araya getiren “gelenekselleşen bir festival” mi olmalı, yoksa firmaların ürünlerini hedef kitlesine sunduğu profesyonel bir fuar mı? Yoksa milyarlarca lira harcanarak bastırılan broşürlerin, dağıtılan dokümanların “Bana da bir tane broşür verir misiniz?” diyen ve torbasını rengarenk kuşe baskılı ürünlerle dolduran, konuyla hiçbir ilişkisi olmayan tüketiciye ulaşmasının kime, ne faydası var ki?
Bu durumda, 1 milyon yerine, hedeflenen 3 milyon ziyaretçiye ulaşmanın da önemli bir “püf noktası” vardır herhalde? Dileyelim ki; bu püf noktayı bulmak, 75. İzmir Fuarı’na kısmet olur.
Category: Köşe yazıları