Yıllardır kentimizin özellikle varlıklı kişilerinin bir numarası olan hastanenin girişinde bir tartışmaya tanık oluyoruz. Özel anlaşmalarla, devlet hastanelerinde çalışan hekimler bildiğiniz gibi bu özel kuruluşlarda ameliyat ya da anjiyo tarzı operasyonlarını gerçekleştiriyorlar. O yüzden bu özel hastane, bizim sütanne gibi Bağ-Kur, SSK hastalarını da ağırlıyor odalarında.
Tesadüf bu ya, bizim tanık olduğumuz tartışmanın baş aktörü böyle bir hasta yakını. Sütannemiz gibi devlet kurumundan havale bir hasta yakını, anjiyo sonrası bir gece konakladığı hastanede, konakladığı sandalye ve akşamüstü yediği enginarlı, tavuklu klasik bir yemek mönüsü için 60 YTL. para ödeyeceğini duyunca isyan ediyor. Görevli bu konuları çok yaşamış olsa gerek, gayet sakin ve terbiyeli, “Hanımefendi, lütfen halkla ilişkiler müdürümüz gelince kendisiyle görüşün ve durumu aktarın” diyor.
Hanıma, “Bu ödemeden haberiniz yok muydu?” diyoruz, “Bir ödeme yapacağımı biliyordum ama en güzel otele gitsem, bir gece için 60 YTL. versem, en azından yattığım yatak, oturduğum sandalye rahat olurdu. Biz normal hastanede çok kaldık. Özel odada bile en çok 8-10 milyon ödedik. Geceliği Özel hastanelerin devletten gelen hastayla, kendi hastasına ayrı muamelesi mi var? diye içini döküyor.
Biz hanımı, halkla ilişkiler müdürünü beklemesi için bırakıp, sütanneye ziyarete gidiyoruz. Sütannemiz şeker hastası. Herkesin basit bir operasyon diye tanımladığı anjiyo, onu, harabeye çevirmiş. Yüzünün coğrafyası bozuk. Operasyon öncesi, anjiyo için verilen ilacın, şekerden tahrip olmuş böbreklerini etkilemesinden son derece korkan sütanneye “Şekerini, tansiyonunu ölçtüler mi?, için rahatladı mı” diyoruz?” “Yok, sadece anjiyoya giderken tansiyon ölçtüler, başka da gelen giden olmadı” diyor.
Bu arada dikkatimizi çekiyor… Sütannenin odası, kapıda şikayet eden refakatçinin sözlerini onaylar gibi. Süngerleri artık dışarı çıkmış, kumaşı yırtılmış bir koltuk, kliması olmayan, tuvaletleri üçüncü sınıf otel tuvaleti görünümünde bir oda gerçekten. İşin ilginç yanı, odalar son derece kalabalık, herkes elini kolunu sallayarak giriyor odalara. Ne bir galoş, ne bir uyaran… “Gece 22.00’ye kadar ziyaret serbest” diye öğreniyoruz.
Sütanneyi şeker rahatsızlığı nedeniyle yılda bir kaç kez yattığı, Alsancak Devlet Hastanesi’nde çok ziyaret ettik. “Vallahi orası kesinlikle daha özenliydi” diyerek, şaşkınlıkla Alsancak’ın merkezindeki bu özel hastaneden ayrılıyoruz.
Ertesi gün duyduklarımız şaşkınlığımızı bir kat daha arttırıyor. Sütanne sabah 07.30’da br gece kaldığı özel hastaneden çıkarken, son derece keyifsiz çıkıyor. Eve geldiklerinde çocukları şekerini ölçüyor. Bir bakıyorlar ki, şekeri 500’e çıkmış. Yine aynı konu gündeme geliyor, “Hastanede şekerinin, tansiyonunun ölçülmesi gerekmiyor mu, hastaneyle doktorlar arasında bir iletişim kopukluğu mu var? Şekerini ölçüp, serum taksalardı ne fatura keserlerdi acaba?”
Hasta ve hasta yakınları cephesinde kuşkusuz “sağlık için tam teslimiyet” söz konusu her zaman. Çok sevdiğiniz yakınınız hasta yatarken kimse refakatçinin yattığı yatağı da, ödeyeceği bedeli de düşünmez elbette. “Yeter ki yakınım iyileşsin” diye bakarız. İzmir’de sayıları her gün daha da artan onlarca özel sağlık kuruluşu var. Devlet hastanelerinde görevli hekimlerin çoğu bu kurumlarda da çalışıyor. Daha iyi bir ekip, daha iyi bir donanım, daha özel ilgi olur düşüncesiyle zaman zaman yöneliyoruz bu kuruluşlara. Bu kuruluşların hastalarda ve hasta yakınlarında sağlayacağı “güven” her şeyden önemli…
O güven sarsıldı mı, istediğiniz kadar allayıp pullayabilirsiniz hastanenizi. Oluşan yargıları ne çıkardığınız süreli yayınlar, ne kaliteli halkla ilişkiler sorumluları, ne verdiğiniz ilanlar yıkabilir.
Bu arada Sütanneye hatırını sormak için telefon ettik. Özel hastaneden çıktığı günün akşamı, şekeri düşmeyince soluğu ikinci adresinde; Alsancak Devlet Hastane’sinde almışlar. Telefonu kapatırken, “Allah muhtaç etmesin, eksikliğini de göstermesin. Kalabalık mabalabık ama iyi ki devlet hastaneleri var” diyordu.
Category: Köşe yazıları