İzmir’de bir ilköğretim okulunda görev yapan Canan öğretmen, yılbaşında Türkçe dersinde işlenen “mektup” konusunu daha iyi kavratmak amacıyla öğrencileriyle birlikte semtlerindeki postaneye gider. İnternet kafelerin yolunu çok iyi bilen öğrenciler doğal olarak postaneye girince biraz şaşırırlar. Pulla tanışırlar postanede, kutlama kartlarını görürler. Özetle Türkiye’nin 166 yıldır ayakta durmayı başaran bir kurumuyla tanışmanın heyecanını yaşarlar.
Öğretmenleri pul seven, hala pul biriktiren bir eğitimci olduğu için, öğrencilerine de bu güzel duyguyu aşılamak ister. Çünkü pul, bir “kültürdür.” Üzerinde bir ülkenin kentleri, tarihi değerleri, kurucuları, folklorü, doğası, sivil toplum kuruluşları, önemli günleri, değerleri vardır. Bir ülkenin basılı tarihidir pul.
Öğrenciler, heyecanla yılbaşı tebrik kartlarını hazırlamış, zarflamış, üzerine özenle öğretmenlerinin ev adresini yazmıştır. Canan öğretmenin evi okula, okul da postaneye çok yakındır. Mektupların üzerine pullar yapıştırılacak, o pullar damgalanacak, eve gelecek, sonra da okulda değerlendirilip mektup, pul konusu sağlıklı bir şekilde işlenecektir.
Canan öğretmen, “Bu konuyu geçmiş yıllarda işlediğimde, çocuklar yine postaneye gitmiş, görevliden pul istemişler, ancak görevli otomatik makineden geçirmenin daha pratik olduğunu söyleyip, pulsuz yollamıştı mektupları. Dolayısıyla çocuklar pulla tanışamamıştı” diyor ve ekliyor: “O yüzden bu sene işi sağlama aldım ve öğrencilerimle birlikte gittim postaneye.”
Görevli ağırdan da alsa, otuza yakın öğrenciye tek tek pul vermiş, onlar da yapıştırıp öğretmenlerine yılbaşı kutlama kartlarını postalamışlar.
Sınıfta hergün klasik bir soru sorulur olmuş o gün bugündür: “Öğretmenim benim kartım geldi mi?”
Postane, ev ve okulun aynı semtte olduğu yerde, yılbaşından bu yana Canan öğretmene topu topu dört tane kart ulaşmış.
“Neden pul konusuna bu kadar önem veriyorsunuz?” dediğimde, komik bir anısını anlatıyor Canan öğretmen:
“Sınıfta çocuklara ‘Pul koleksiyonu olan var mı?’ diye sordum bir gün. Bir öğrencim, kendisinde olduğunu ve getirmekten mutluluk duyacağını söyledi. Erzurum’dan İzmir’e gelen bir ailenin kızıydı, ‘Ne güzel’ dedim kendi kendime. Ertesi gün öğrencim elinde bir küçük kutuyla geldi. Sevinçle kutuyu açtı. ‘İşte pul koleksiyonum’ dedi. Kutuda ne vardı biliyor musunuz? Pırıltılı pullar vardır ya, giysileri süslemekte kullanılan, onları pul diye biriktirmiş öğrencim. Gülmekten kendimi alamadım ve yapacak çok işimiz olduğunu bir kere daha gördüm.”
PTT, 23 Ekim’de 166 yılı geride bırakmış. Genel Müdür Osman Tural, PTT’nin internetteki sitesinde yer alan metinlerde “hız” demiş, “güven” demiş, “zaman” demiş, “teknoloji” demiş. PTT artık sadece mektup yollanan bir kurum olmaktan çıkıp, kar eden bir kuruluş olmuş… PTT’ye ait 4 bin 126 iş yeri, 30 bin 119 çalışan bulunuyormuş. PTT, çocuklara mektup yazma hevesini kazandırmak amacıyla çalışmalar yapılıyormuş.
Ne güzel. 166 yılı geride bırakan bir kuruluşun, yeterince karlı olmasa da “pul kültürüne” de katkı koyarak, zamana ayak uydurması, hız kazanması, sadece mektup ulaştırmakla kalmayıp “bir banka” işlevi görecek kadar havale işlemlerinde de yoğunlaşması.
Ancak galiba bu başarılar, hız yeterli gelmiyor. Elektronik postanın klasik postanın önüne geçmesine karşın gönderiler hala zamanında yerine ulaşmakta gecikiyor.
Aynı semt içinde bir mektubun, kartın yerine ulaşması bir ayı geçiyorsa, siz önümüzdeki 14 Şubat için çalışmalara şimdiden başlayın. Teknolojideki iyileştirmeleri görmezden gelmeyin elbette, ama yine de işinizi sağlama alın…
Mektuplarınızdan pul, yüreğinizden sevgi eksik olmasın…
Category: Köşe yazıları