“Bunca yıldır iş yapıyoruz, ilk defa bu kadar sıkıştık. Ne evin ne işyerimin kirasını ödeyemedim…” diye konuşmaya başlayan arkadaşımın sözü kapının çalınmasıyla kesiliyor.
Tanımadığımız genç bir adam var kapıda, hemen arkasında da genç bir kadın.
“Büro işi varsa diyecektim… Çalışmam lazım. O yüzden rahatsız ettim” diyor, kapıdaki genç adam. Yüzü sıkıntılı. “Üzgünüz” diyor, olumsuz yanıt verip kapıyı kapatıyoruz.
Bir gün önce, tanımadığı bir başka genç adamın, elinde bir gazete kupurüyle kapıda belirdiğini söylüyor eşim. “İşsizim, bakın gazete de de çıktı. Çocuğum çok hasta. Lütfen, gönlünüzden ne koparsa, yardım edin…” demiş. Olumsuz yanıt alınca da dönmüş gitmiş…
Üzüntüyle birbirimize bakıyoruz. Az önce ödemelerini aksattığından yakınan arkadaşım “Halimize şükür mü etsek? Hiç olmazsa sağlığımız yerinde…” diyor. Sözünü henüz tamamlayamadan kapı çalıyor yine.
Yaşlı bir teyze, en az 60 yaşında. Beli bükülmüş. Elinde bir çanta, içi çorap dolu. “Kızım, tanesi 1 lira. İhtiyacınız varsa lütfen bir tane alın” diyor. Nefes nefese kalmış. “Gel otur iki dakika teyze” diyorum. Oturuyor. Ben bardağa suyu koyana kadar bakıyorum o masanın üzerine dizivermiş çorapları. Hepimiz birer tane alıyoruz. Teşekkür ediyor, dua ediyor, “Ben yine gelirim” deyip çantasını toparlıyor. Gazetedeki arkadaşım, “Ben bu teyzeyi biliyorum, yıllardır elinde çanta dolaşır. Bizim gazeteye de gelir” diyor.
Televizyonda haberler yayınlanıyor:
“İşsizlik sigortası için başvuranlar 1.5 milyonu buldu” diyor spiker.
Gazetede çalışan arkadaşım, elinde teyzeden aldığı çorap anlatıyor:
“Dün kamu kuruluşu katılımı bir işletmenin yöneticisini ziyarete gittim. Kapısın önü poliklinik bekleme salonu gibiydi. ‘Bugün ne var ki böyle kalabalık?’ diye sordum sekterine. ‘Hepsi iş için bekliyorlar. Randevunuz olmasa hayatta görüşemezdiniz’ dedi. Bekleyenlerin ters bakışları içinde beni içeriye aldı. İçeride bir genç adam vardı. Müdür, hafta başı işe başlayabileceğini söyleyince inanın neredeyse ayaklarına kapanacaktı. Nasıl üzüldüm anlatamam. Bu görüntüler insanın içini acıtıyor. İnanın müşterileri dolaşmam lazım, ayaklarım gitmiyor. Her ziyarette içime karabasanlar basıyor. Herkes, ‘Ne olacak şimdi, ne yapacağız, öldük bittik, işler durdu’ diyor. Cirolar ciddi anlamda düştü. Ama gazete yöneticileri anlamaz ki, bizim mutlaka kotayı doldurmamız lazım.”
Yayın gruplarının kendi gazetelerine verdiği, “Kriz döneminde ilan verin” ilanlarından söz ediyoruz.
Ajans sahibi arkadaşım İzmir’deki ajansların sıkıntılı olduğundan söz açıyor. İzmir Ticaret Odası’nın açtığı finansal destek kredisine en çok medikal firmalarıyla reklam ajansların başvurduğunu duyduğunu anlatıyor:
“İki haftadan bu yana 200’e yakın firma başvurmuş Ticaret Odası’na, Vakıflar Bankası’nın kredisinden yararlanmak için. Altı ay vadeyle veriyorlar krediyi. Aslına bakarsanız iyi sayılır. Ancak, Ticaret Odası işlemleri hemen yapıyor da, banka teminat gösteremeyene kredi vermiyormuş. İşler zaten durmuş, borç boğazı aşmış, 1.65 faizi göze alıp bankaya giden arkadaşlar neyi teminat gösterecek ki?”
İzmir Kalkınma Ajansı’nın KOBİ’lere vereceği proje desteğinden söz ediyoruz. KOBİ’lere verilen sıfır faizli cansuyu kredilerinden. Krizi fırsata çevirme teranelerinden.
Kapı çalıyor yine. Kirasını ödeyememekten dem vuran arkadaşım “Yine mi kapı? Bu sefer kim yahu?Ayağımızı mı sürttük ne” diyor.
Dışarıda tıkanan trafikte sıkışan ambulansın siren sesi geliyor keskin.
Kalkıp kapıyı açıyorum. Bu sefer binanın görevlyisi geliyor, elinde elektrik faturası. İş hanı yöneticisinin aidatı anımsattığını söylemeyi de ihmal etmiyor…
Televizyondan haber spikerinin sesini yükseliyor:
“Meclis’ten kiracılara kötü haber… Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülen Borçlar Yasa Tasarısı’nda kiracıların canını yakacak bir hüküm yer aldı…”
Category: Köşe yazıları