“Elleriniz ve beyninizle” üretir, kimi zaman tüm duyuları harekete geçirecek bir tasarımı ortaya koyarsınız. Ortaya koyduğunuz fikir, ürettiğiniz eser size, bu işten anlayanlara keyif ve mutluluk verir.
Kıymeti kendinden menkul muhteremlere fikirlerinizi anlatamazsınız. Bilmedikleri, anlamadıkları yoktur. “Elifi görse mertek sanır” muhteremler her şeyi bilirler evel allah, her şeyden anlarlar… Şairin dediği gibi, kendi bahçesinde dal bile olamamıştır, ama, kalkar, bahçende ağaçlık taslar. “Bunu ben de yaparım” deyiverir bakarsınız…
Bu kentte yeni ve farklı şeyler üretmenin pek tadı kalmadı. Emeğin, yapılan işin karşılığını “madden” ve “manen” almak giderek güçleşti.
Hizmet isteyen müşteri için araştırma evresinden sonra fotoğraflar çekilir, metinler yazılır, tasarımlar yapılır. Örnekler sunulur, değişiklik ve düzeltmeler yapıldıktan sonra tasarladığınız iş basım aşamasına gelir. Sudan bir nedenle “vazgeçtim” der muhterem müşteriniz. Kala kalırsınız…
Herkes her şeyi, hem de ucuza, hatta bedava yapar, yaptırır bu kentte. Haksız ve acımasız rekabet almış başını giderken, kayıt altında ve yasal statüde olmanın da bir anlamı kalmaz. Nitelik ve liyakatin sorgulanmadığı evrede herkesin ayağına kurşun sıkmakla meşgul olduğunu görürsünüz.
Muhteremler tarafından umulmadık biçimde yüzlenir fikriniz, eseriniz. Muhatabınız sizden daha büyük tasarımcıdır, fotoğrafçı, metin yazarı, reklamcıdır. Ayrıca “daha parlak” fikirler sahibidir. Herkesin gazetede ilanını daha ucuza yayınlayacak bir tanıdığı, işi daha ucuza basacak bir matbaacısı vardır.
Emek yoğun çalışmanızla hazırladığınız sunum yüz geri edilir ve rafa kaldırılırken fikirleriniz başkaları tarafından uygulandığını görürsünüz. Sunduğunuz tasarımla hazırlanmış bir dökümanı posta kutunuzda buluverir, şaşırırsınız.
İşi almakta yaratıcılığın yalakalık, şakşakçılık kadar etkili olmadığını görür üzülürsünüz. “Sen, ben, bizim oğlan” turnikesinden iş çıkarmanız zordur.
Yöneldiğiniz müşteriyle aranızda köprü olan yeni yetme görevlinin abuk subuk
isteklerini işitince ne yapacağınızı bilemezsiniz. “Biz ajans arıyoruz. İlan, dergi işlerimiz var. Ama tasarımlarını beğenirsek iş yapacağız. Önce tasarımları görelim” deyince, nezaketi elden bırakmadan ne yanıt vereceğinizi içinizden “ya sabır” çekerek kararlaştrırsınız.
Gazete ilanı çalışmak ayrı bir dert. Mecra ile müşteri arasında kısılır kalırsınız. Bir yanda yüzde 15 komisyonu hedeflerken mecranın yüzde 85’lik riskini göze almak kolay değil. Kimi mecraların müşterinizle “doğrudan iletişim” kurup sizden “daha iyi fiyat” vermesiyle sıkça karşılaşırsınız.
Bir çok ajans ilan tasarım faturası kesemez müşterisine. Hatta komisyonundan fedakarlık yapar, iş kendisinde kalsın, hiç olmazsa iki üç ay sonraki elektrik – su parasını ödeyecek kadar para girsin kasasına diye. İlan verenin de işine gelir bu durum.
***
Doğduğumdan beri bu kentte yaşadım, üniversiteyi bu kentte bitirdim. Bu kentte yaşıyor, bu kentte çalışıyorum. Gazetecilik, reklamcılık derken 20 yıldır iletişim sektörünün içindeyim. Bu süre zarfında yaşadıklarım, izlediklerim, gözlediklerim beni hergün daha çok şaşkınlığa düşürüyor.
Bu kentte ekmek yemek her geçen gün zorlaşıyor. Emek yoğun hizmet sektöründeki kirlilik giderek artıyor. Haksız rekabet hayat damarlarımızı bir bir kopartıyor. Yaşadığımız kentte emeğe saygı giderek azalıyor. Yaratıcılığa, fikre, emeğe, ürüne saygı hızla yok oluyor.
Ekonomik koşulların daraltıcılığı bir yanda… Geleceğe dönük ümit beslemek ve iyimser olmak için bir neden bulmakta zorlanıyorum… Üzülüyorum…
Category: Köşe yazıları