Bugün, halkın içinde komutana karşı duyulan kızgınlığı yaşadım bir kere daha… İzmir’in komutanı okursa, belki birşeyler yapar diye de yazmak istedim…
Saat 13.00 sıralarında Mezarlıkbaşı’nda otobüs durağındaydım. Üçkuyular’a gitmek üzere otobüs bekliyorum. Eski hat numarasıyla 86, yeni hat numarasıyla 986 Fahrettin Altay – Halkapınar ya da 886 Halkapınar – Metro – Hıfzısıhha otobüsüne binecek, sonra da bir başka taşıtla Güzelbahçe’ye gideceğim. Görüşmeye gideceğim yere telefon açtım “Birbuçuk – iki saate kadar gelirim” diyerek buluşma saatimi belirledim.

İşim zamanlı. Gidecek yolum uzun olmasa, taksiye bineceğim. Ama Mezarlıkbaşı’ndan Güzelbahçe, tahmin edeceğiniz gibi bir hayli tutacak. “Konak’a mı gitsem?” diye düşünürken aklıma geldi birden. İZULAŞ’ı arayayım, bilgi alayım dedim. Konak yönünden gelip Karabağlar’a giden otobüslerden birisinin arkasında İZULAŞ’ın telefon numarasını okudum. 2855831. İZULAŞ’ın şikayet telefonu. Cep telefonumdan aradım. Saat 13.16
Telefonu açan bayana acele acele, Mezarlıkbaşı’nda Üçkuyular yönüne doğru gitmek üzere 86 numaralı otobüsü beklediğimi, yaklaşık yarım saattir otobüsün gelmediğini anlattım. “Ne zaman gelecek, bir sorun mu var?” diye sordum.
Bayanın ilk yanıtı ilginçti: “Hangi Mezarlıkbaşı’ndasınız?”
“Hanımefendi, İzmir’de kaç tane Mezarlıkbaşı var?” deyince yetkili bayan, “Hem artık 86 numaralı otobüs yok ki! ” diye ekledi. 86 numaralı derken İnönü Caddesi’nden geçecek otobüsü kast ettiğimi söylüyorum. Beni bir başkasına aktarıyor.
Karşımdaki beye anlatıyorum bu sefer derdimi :
“Beyefendi, Mezarlıkbaşı’nda otobüs durağındayım. Yolcuyum. Yarım saattir hiç otobüs geçmiyor. Bir sorun mu var? Bilginiz var mı durumdan? Lütfen haber verin birilerine…”
Onun da yanıtı şöyle oluyor:
“Biz içerde ofisteyiz, kalabalığı göremeyiz, ama ben birilerine haber vereyim.”

Emekli bir beyefendi, “Ben 60’tan beri İzmir’deyim. Bizde hep böyledir işler. Başa gelen unutuverir söylediklerini. Kimin umrundayız ki… Nasılsa İzmir’de seçimler garanti, kimse kılını kımıldatmıyor…”
Bir başkası ona yanıt veriyor: “Yok yok öyle değildir. Bence otobüs saatlerini ayarlıyorlar. Zirve saati ya ondan…”
“Kardeşim ne zirve saati? Saat daha bir. Bir saat mi sürer hatları değiştirmek? Ben 25 yıl şoförlük yaptım ESHOT’ta. Bunlar beceriksiz yöneticilerin işi…”
“Sen ne biçim şoförsün. Ben de 10 yıl çalıştım ama senden daha iyi biliyorum. Bu kesin zirve saat ayarlaması.”
“Bana bak, bana cevap verme. Söz hakkı doğurma. Biliyorsan kendine sakla bilgini… Bunlar hep mi zirve saati ayarlıyor? Ne zaman durağa çıksak, bekle Allah bekle. En iyisi gidip Seferihisar’a ya da küçük bir yere yerleşmek. Buraya işim düşecek de, geleceğim diye ödüm kopuyor vallahi.”

“Kimin için tartışıyorsunuz ya, Allah topunun….. versin. Biri gelip de beklese ya şuralarda. Ama hiç inerler mi sıcacık lüks arabalarından? Ya hiç adamları da mı yok bunların? Arada bir dolaşsın duraklarda, bakıp rapor etsin şu durumları…”
“Bunlar şoförlere mesai yazmasın diye çıkartmıyorlardır araçları. Tasarruf edecekler ya …” diyor bir başka bekleşen…
“Bence 90 dakika dolsun da, kartlar sıfır basmasın diye yapıyorlar bunu. Ya İstanbul’dan geleli bir ay oldu, şaşıp kalıyorum. Orada mesafeler uzak ama hiç beklemiyorsun. Otobüslerin biri gidiyor, biri geliyor. Ne olmuş bu İzmir’e böyle?” diyor genç bir kız…
Birbirini hiç tanımayan, farklı yaş guruplarındaki insanlar kızgınlıkla akıllarına geleni söylemeye başlıyor. “Bakalım laf, ne zaman metroya gelecek?” derken, beni duymuş gibi konuşmaya başlıyor bir başkası.
“Metro bitse bu dertler bitecek, ama bu da bitecek gibi görünmüyor. Hiç umudum kalmadı vallahi. Çocuk hastalığı deyip duruyor başkan, kansere dönüştü bu iş. Reva mı bu İzmirli’ye? Sabır bu kadar da suistimal edilmez ki!” deyiveriyor.

Mezarlıkbaşı zaten genellikle kalabalık olan bir durak. Herkesin eli kolu dolu. Çarşıdan, alışverişten gelenler oturabilecek bir yer derdini çoktan bırakmış, hızla otobüse yönelerek içeri girmeye çalışıyorlar. Otobüsün hemen ardından bir başka 986 daha geliyor. Kapıya koşturanların bir kısmı, arkadaki otobüse yöneliyor.
Arkadan üçüncü 986 yanaşıyor durağa. Ben ancak üçüncüye binebiliyorum. Hatta en ön sıradaki boş koltuğa oturuyorum hemen. Şoföre bir ara soruyorum. “Neden bu kadar gecikti otobüs?”
Halkapınar’da bir kaza olduğunu bu yüzden yola çıkamadıklarını anlatıyor. “Millet kızıyor ama gecikme bu yüzden, biz ne yapalım?” diyor.
Hıfzısıhha’daki aktarma noktasında fazla beklemiyorum bu sefer. Otobüs geliyor, dolu olsa da binebiliyorum. Üçkuyular’a geldiğimde saat 14.30 oluyor.
Durakta otobüs filan yok. 10 dakika bekliyorum. Gelen giden olmayınca, pazaryerini geçip, Üçkuyular’dan dolmuşa binip Güzelbahçe’ye gidiyorum. Hedefime vardığımda bakıyorum, saat 15.15 olmuş.
Otobüste telefonu kapattığım aklıma geliyor. Heyecanla açıyorum. Bir mesaj:
“Size cep telefonunuzdan ulaşamadık. Gecikince gelmeyeceksiniz diye düşündük. Randevumuzu lütfen bir başka tarihe erteleyelim. Uygun olunca lütfen bizi arayınız…”
Askerlikte edilen o söze gel de katılma… Komutan elbette herşeyden sorumlu… Otobüsün gecikmesinden de, trafiğin aksamasından da…
Sebebi ne olursa olsun, (çünkü kimse bir açıklama yapmıyor) 15 dakikalık ya da yarım saatlik bir gecikme vatandaşı birbiriyle gırtlak gırtlağa gelecek hale getiriyorsa, insanlar artık patlama noktasına gelmiş demektir.
Komutanın da arada bir, normal vatandaşlar gibi otobüs duraklarına çıkmasında yarar var. Kendi çıkamıyorsa, çıkacak birileri vardır ekibinde herhalde… Yoksa İZULAŞ’ın internetteki www.izulas.com.tr sitesinde yazdığı başarılı ulaştırma haberleri halkın kızgınlığını soğutmaya yetecek gibi görünmüyor…
İZULAŞ’ın sitesinden:
Aktarmalı ve 90 dakika içinde sınırsız ücretsiz biniş hakkı veren ulaşım sistemiyle otobüs, metro ve deniz taşımacılığını etkin bir şekilde kullanan İzmir Büyükşehir Belediyesi, 2009 yılı içinde toplam 389 milyon 107 bin 74 yolcuya ulaşım hizmeti vererek önemli bir başarıya imza attı.
Category: Köşe yazıları