Merkezi İzmir’de bulunan Demiryolu Yapım ve İşletim Personeli Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin (YOLDER) Yönetim Kurulu Başkanı Özden Polat ile birlikte geçen hafta Güneydoğu Anadolu’ya gittik. Amacımız Devlet Demiryolları’nın Batman – Kurtalan arasındaki yol yenileme çalışmalarını izlemekti. Malatya, Diyarbakır, Batman ve Mardin’e yolculuklar yaptık. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ilk defa “merhaba” dediğimiz bu yolculuğun en etkileyici duraklarından birisi kuşkusuz Diyarbakır’dı.

Eski İzmir’in Valisi Mustafa Cahit Kıraç’ın yeni, yeni İzmir Valisi Mustafa Toprak’ın eski görev yeri Diyarbakır havasıyla, suyuyla, damaklarda kalan lezzetleriyle, tarihi binaları, insanların içtenliğiyle Güneydoğu Anadolu’nun belki de görülmeyi en çok hak eden illerinin başında geliyor. Nüfusu 1,5 milyonu aşan kentte, herkes yaşanan barış ortamının getirdiği havadan hoşnut görünüyor.

Diyarbakır’da otelciler, lokantacılar, kuyumcular, çarşı esnafı, taksiciler, kimle görüştüysek artan ziyaretçi trafiğinden duydukları memnuniyeti dile getiriyor. Diyarbakır İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün verileri de bu hareketliliği yansıtıyor. 2013 yılının ilk yedi ayında kente 150 bin turist gelmiş. Geçen yıla oranla kentte yüzde 30’luk bir ziyaretçi artışı yaşanmış. Kentte ciddi bir turizm hareketliliği başlamış. Her yerde Diyarbakır Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi ve Karacadağ Kalkınma Ajansı’nın yaptığı restorasyon çalışmalarının tabelaları dikkat çekiyor.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesini oluşturmak, kent belleğini yarınlara aktarmak için çağrıda bulunuyor. Valilik Ulu Cami ve Hanlar Bölgesi’nde başlattığı renovasyon projesinin yanı sıra Dört Ayaklı Minare’de, surlarda da bu tür projeleri yürütüyor. Diyarbakır’ın surları aslına bakarsanız dünyaca ünlü.Uzunluk bakımından Çin Seddi’nden sonra dünyada ikinci olarak bilinen surlar, yükseklik ve yaşayan kale olması açısından ilk sırada yer alıyor. Surlar kente aynı zamanda bir açık hava müzesi görüntüsü sunuyor.
Müze evlere gençlerin ilgisi

Kentte Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı önemli çalışmalardan biri müze evler. Kentte doğan yazar ve şairlerin adının verildiği müze evler büyük ilgi görüyor. Diyarbakır’a gidildiğinde görülmesi gereken ilk yerler arasında onlar yer alıyor. “Kimlerin evlerini ziyaret edebiliriz?” derseniz, yanıtı şair Cahit Sıtkı Tarancı, şair Ahmed Arif, yazar şair Ziya Gökalp ve Türkiye’ye berdel gerçeğini anlatan yazar Esma Ocak
Biz Diyarbakır ziyaretimizde adını dünyaya duyurmuş bu yazar ve şairlerden Cahit Sıtkı Tarancı ile Ahmed Arif’in Sur içinde yer alan evlerini görebildik. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden olan iki ev de edebiyat meraklıları için son derece profesyonel bir şekilde düzenlenmiş. Gençler akın akın ziyaret ediyor evleri.

Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi’nin sorumlusu Metin Aksoy, çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay döneminde başladığını belirtiyor. 2000 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın satın aldığı 120 yıllık konakta şair Ahmed Arif’e ait kişisel eşyalar ve el yazısı şiirleri sergileniyor. Evin avlusundaki duvarlarda ise yazarın şiirleri yer alıyor. Geçen yıl 52 bini aşkın ziyaretçileri olduğunu anlatan Aksoy, anı zamanda kütüphanesi bulunan evde 12 ilin yazarlarına, şairlerine ait kitapların bulunduğunu söylüyor. Kütüphanenin sorumlusu Metin Aksoy “Kütüphanemizde Zazaca, Ermenice, Süryanice, Arapça, Türkçe, Kürtçe eserler bulunuyor. Yazan ve yazmaya eğilimli gençler buraya çok ilgi gösteriyor. Bahçedeki ceviz ağacının altına koyduğumuz yazı masalarında birçok gencin yazmak için geldiğini görüyoruz.Edebiyatçılar yıl içinde bir çok defa buluşuyor, etkinlikler düzenliyoruz” diyor.

Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir zamanlar yaşadığı konak da oldukça etkileyici. Geleneksel bir Diyarbakır evinin tüm bölümlerini görebiliyorsunuz bu konakta. Kara renkli bazalt taşlarla örülü duvarlarda adının “Cıs” olduğunu öğrendiğimiz beyaz renkli zarif bezemeler insanın içini açıyor. Evin avlusundaki havuz, etrafındaki ağaçlar, güller, ortamdaki huzuru görünce “Bu mekan, içinde yaşayanları şair eder” diye düşünüyorsunuz. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca Tarancı’nın ailesinden alınarak kamulaştırılan evde yazarın şiirlerini, kişisel eşyalarını, eşine ve annesine kendi el yazısıyla yazdığı mektupları görebiliyorsunuz.
Balıkçılar Çarşısı şehirin kalbi

Yazımızın başında dedik ya, barış süreci kente ciddi bir hareketlilik getirmiş. İşte bu hareketliliğin yaşandığı en önemli yerlerden birisi Balıkçılar Çarşısı adı verilen bölge. Balıkçılar bölgesi, bizim Kemeraltı Çarşısı gibi tarihi bir alış veriş merkezi. Hanların, hamamların, cami ve kiliselerin yoğun olduğu bölgede ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü tüketim malzemesini bulmanız mümkün. Yalnız şunu hemen belirtelim; esnaf kredi kartı yerine nakit çalışmayı seviyor.

Esnaf oldukça sakin, aradığınız şey onda yoksa “başım gözüm üstüne” deyip uğurluyorlar sizi dükkandan. Hatta bulabileceğiniz bir başka esnafı tarif ediyor size. Çarşı boyunca küçük çocuklar el arabalarında pide satıyorlar. Dilenciler bu çarşıda da bir hayli fazla. Çarşı içinde dolaşırken yabancı olduğunuzu anlayan sivil polisler uyarıyor yavaşça: “Kapkaçcılara karşı dikkat edin lütfen!”
Bu arada Diyarbakır’da polis ya da askeri geçmiş yıllarda olduğu gibi sıkça görmeniz mümkün değil artık. Sadece çarşının girişindeki Sur İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün önünde ve çevresinde Birkaç resmi ekip olduğunu gördük.
Hasan Paşa Hanı’nın görkemi

Balıkçılar Çarşısı diye girdiğimiz söze kaldığımız yerden devam edelim. Çarşının girişindeki en etkileyici hanlardan birisi Hasan Paşa Hanı. Yine bizim Kemeraltı’ndan bir çağrışım yaparsak Kızlarağası Hanı’na benzer bir han diyebiliriz. Ancak Kızlarağası Hanı’nın en az iki katı büyüklüğünde, daha görkemli bir han. 600 yıllık olduğu söylenen han, iki katlı. Hanın avlusunun ortasında kubbeli bir şadırvan onun etrafında da kafeler ve turistik eşya satan dükkanlar yer almış.

Üst katta geleneksel Diyarbakır sofrasının en güzel örneklerini bulabileceğiniz lokanta ve kahvaltı mekanları yer alıyor. Aynı zamanda kahve ve çayınızı içip dinlenebileceğiniz kafeler de var. Kahvemizi içmek için oturduğumuz bu tarihi handa yanımızdaki masanın başında ellerindeki tabakları boyayan üç genç bayan dikkatimizi çekiyor.

Aralarındaki genç bayanlardan birisinin işletmenin sahibi çini sanatçısı Yekbun Yaş olduğunu öğreniyoruz. Yaş, 33 yaşında genç bir çini sanatçısı. Yanında dört bayan daha çalışıyor. Yöreye özgü endemik bitkiler, çiçekler, efsaneler onun tasarımlarında hayat buluyor. Handaki tek el sanatı üreticisi olan Yekbun Yaş sorularımızı yanıtlıyor. İznik’te Çinicilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra kendi atölyesini açmış. Hasan Paşa Hanı’ndaki dükkanda da atölyesindeki çalışmaları sergileyip satıyor. “Çini üretimi var mı Diyarbakır’da? diye sorunca, anlatıyor:

“Aslına bakarsanız bu bölgede, Mezopotamya’da 600 yıldır var bu sanat. Ama unutulmaya yüz tutmuş. Bugün sadece İznik çinicilikle anılan bir kent olsa da bir zamanlar bu kentte 30’dan fazla çömlek atölyesi vardı. İnsanların Diyarbakır’da çinicilik olacağına ilişkin bir fikri yoktu, ama artık değişmeye başladı.Artık belediyemiz, Ticaret Odamız bir yere hediye verecekse bizlerden alıyorlar. Bu sanat böylece yaşamaya devam edebilecek.”
Ulu Cami’de restorasyon sürüyor

Hasan Paşa Hanı’nın tam karşısında bulunan Diyarbakır’ın en görkemli camilerinden biri Ulu Cami, haşmetiyle bizi etkileyen mekanlardan oluyor. Kentin en büyük kilisesi Mar Toma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle oluştuğunu öğrendiğimiz cami için Evliya Çelebi’nin “Haleb’in Ulu Camisi, Şam’ın Emevi Cami’si yahut Kudüs’ün Mescid-i Aksa’sı, Mısır’ın Ezher Cami’si, İstanbul’un Ayasofyası’dır” dediği söyleniyor. Restorasyon sürdüğü için göremediğimiz 900 yıllık güneş saatinin de caminin avlusundaki sütunlar kadar etkileyici olduğunu düşünerek ayrılıyoruz camiden.

Diyarbakır’ın eski çarşısında daracık sokaklardan geçerek ulaştığınız bir çok kilise de yer alıyor. 1500 yılında yaptırılan ilginç bir yapı olan Dört Ayaklı Minare’nin yanından geçip daldığımız taş duvarlı dar bir sokakta karşımıza çıkan ilk kiliseyi de görelim diyoruz. Keldani Katolik Kilisesi olduğunu öğrendiğimiz Mar Petyun Kilisesi’ne giriyoruz. Burasının da restorasyan kapsamında olduğunu görüyoruz. Kilisenin bahçesinde kışlık kurutmalık patlıcan hazırlayan kadınlar bize görmemiz gereken yerleri bir bir anlatıyorlar bütün içtenlikleriyle.
Bezo Nine’nin ekmeğini yedik

Diyarbakır öyle birkaç günde keşfedilemeyecek kadar büyük bir şehir. Görülmesi gezilmesi gereken onlarca mimari yapı, antik kent, ören yeri var. On Gözlü Köprü de bunlardan biri. Kentin mutfağı ise gerçekten çok etkileyici. Et ve patlıcansız yemeğin neredeyse pişmediği bölgede, lokantalarda önerilen ilk yiyecek kaburga dolması oluyor. Ciğercilerin dumanı ise neredeyse 24 saat tütüyor Sur içinde. Yemek demişken kentte dikkatimizi çeken bir başka nokta ise pideler oluyor. Hemen hemen her yerde pidenin yendiği kentte francala ekmeğe rastlamadık desek yeridir.

Ekmeğin en güzelini ise bize Diyarbakır gezimiz boyunca eşlik eden yörenin insanı, Devlet Demiryolları’nın genç mühendislerinden YOLDER Genel Sekreteri Mehmet Sari’nin ninesi Bezo Nine’nin evinde yiyoruz. Bezo Nine’nin evine gittiğimizde, öylesine mutlu oluyor ki; bize Kürtçe ettiği duaları torunu tercüme etmeden de anlayabiliyoruz. Bezo Nine’nin gelinlerinin çırpı ateşinde yaptığı ekmekler, çabucak çırpıp getirdikleri ev yoğurdundan yapılmış soğuk ayranlar ise hem karnımızı hem gönlümüzü doyurmaya yetiyor.

Diyarbakır’dan ayrılırken farkediyoruz ki, barışa susayan sadece Diyarbakırlılar değil
Önümüzde uzun bir bayram tatili var. Hem iklim, hem hava ve yol koşulları uygunken Güneydoğu Anadolu’nun bu eşsiz kentini görmekten mahrum kalmayın derim. Ziyaret için hava yolunu tercih edecekler için de İzmir’den Diyarbakır’a hafta içi direkt uçuşlar olduğunu anımsatalım.