Geçen hafta sizlerle bu sayfada merkezi İzmir’de bulunan Demiryolu Yapım ve İşletim Personeli Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin (YOLDER) Yönetim Kurulu Başkanı Özden Polat ile birlikte, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yaptığımız ziyaretin en etkili duraklarından birisi olan Diyarbakır’dan söz etmiştim. TCDD’nın Batman Kurtalan’daki yol yapım çalışmalarını izlemek üzere Malatya’dan Diyarbakır’a oradan da Batman’a yaptığımız yolculukta ziyaret ettiğimiz ören yerlerini sizlerle de paylaşmak istedim. Olur da yolunuz buralara düşerse “uğramadan geçmeyin” derim.
Hilar Mağaraları en eski mağara yerleşimi
YOLDER Genel Sekreteri Mehmet Sari’nin yol göstericiliğinde Ergani’ye yol alıyoruz. Anadolu’nun en eski mağara yerleşimlerinden biri olan Hilar Mağaraları Diyarbakır’ın en büyük ilçelerinden biri olan Ergani sınırları içinde. Çayönü Tepesi’nde yer alan mağaralarda kazı çalışmaları 2006 yılında başlamış.
Kazı alanında çevre öylesine sessiz ki, içiniz ürperiyor açıkçası. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı çalışmalarla sadece nekropol alanındaki kaya mezarlarını görebiliyorsunuz. Henüz yüzde 20’si ortaya çıkarılan buluntuların yöreye ciddi bir turizm hareketliliği kazandırabileceği söyleniyor. Ama belli ki daha çok bekleyecek burası da turizmin canlanması için…
Batman’da demiryolcularla buluşma
Yola çıkış nedenimiz TCDD’nin yol yenileme çalışmalarını izlemek demiştim. Çalışmalar Batman’ın Kurtalan ilçesinde. Kurtalan, ünlü Doğu Ekspresi’nin son durağı. Bölge halkı için son derece önemli bir hat burası. Demiryolcular, bölgede yaşayan halkın oldukça ekonomik olan tren işletmeciliğini diğer toplu taşıma araçlarına göre sıklıkla tercih ettiğini söylüyor.
Diyarbakır-Kurtalan arasındaki yol en son 1945 yılında yenilenmiş. 68 yıldır yenileme çalışması yapılmayan yol en çok yük taşımacılığında kullanılıyormuş. Batman deyince, doğal olarak bu yolda petrol taşındığını tahmin etmişsinizdir. Petrolün yanı sıra demir cevheri de taşınan bu hattaki çalışmalar sırasında demiryolu beş tünelin de içinden geçiyor.
1946 yılında inşa edilen bu demiryolu tünellerinden birinin içine giriyoruz. 333 metre uzunluğundaki tünelin tavanı buharlı lokomotiflerin çalıştığı dönemlerin iziyle isten kararmış durumda. İçerisi oldukça serin. Demiryolları’nın ilk tünellerinden olduğunu öğreniyoruz bu tünellerin.
Hava sıcaklığının Temmuz- Ağustos ayında 45 dereceyi, ray sıcaklığının ise 55 dereceyi bulduğu bölgede, poz çalışmasının Ramazan ayında gece 03.00’te başlayıp öğlen 12.00’de bittiğini anlatıyor çalışanlar. Her biri 40 kilo ağırlığa yakın rayların yenilenmesiyle yük taşıyan trenlerin hızının 30 kilometre/saatten 70’e, yolcu trenlerinin hızının 40 kilometre/saatten 90 kilometre/saate çıkacağını öğreniyoruz.
Ver elini Mardin
Batman’daki yol yenileme çalışmasının ardından Diyarbakır’a dönüyoruz. Diyarbakır’da yorgunluğumuzu attıktan sonra ertesi gün Mardin’e doğru yola çıkıyoruz. Diyarbakır – Mardin arası yaklaşık bir saat sürüyor. Yolumuz üzerindeki Sultan Şeyh Musa Külliyesi’ne uğruyoruz önce. Mardin’e 20 kilometre uzaklıktaki külliye, 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore edilmiş. Külliyenin girişi daha çok bir mesire yerini andırıyor. Biber, domates, üzüm satanlar sıralanmış girişte.
Halk arasında “Sultan Şeyhmus” da denilen türbeye ziyaretçiler akın akın geliyor. Hatta kamyonlarla geliyor insanlar. Alanda dilekleri yerine gelen vatandaşlar kocaman kazanlarda yaptıkları yemekleri dağıtıyorlar hayır olarak. Külliyenin içi dileklerinin olması için dua eden insanlarla dolu. Akıl hastaları, çocuğu olmayanlar, bedensel rahatsızlığı bulunanlar, varlık dileyenler türbede bekleşiyor. Açıkçası böylesi bir kalabalık şaşırtıyor hepimizi.
Bu ziyaretin ardından kıvrıla kıvrıla giden yolumuz bizi Mardin’e ulaştırıyor. Mardin’in girişinde bizi 10-15 katlı apartmanlar karşılıyor. Aklımızda hep düz çatılı, kalkerden yapılmış, taş işçiliğiyle göz kamaştıran taş evlerin görüntüsü varken, böylesi yüksek binalar ve plansız bir yapılaşma karşısında şaşırıyoruz açıkçası. Gözümüz Mardin Kale’nin o ünlü fotoğrafını arıyor ama o kareyi ancak dönüş yolunda yakalayabiliyoruz.
Kasımiye Medresesi’nde çocuk rehberler
Mardin’de ilk durağımız muhteşem bir yapı olan Kasimiye Medresesi oluyor. İki katlı binanın manzarası olağanüstü. Karşınızda göz alabildiğine uzanan Mezopotamya Ovası, tatlı bir esinti ve derin bir sessizlik. Düzgün sarı renkli kesme taşların kullanıldığı binanın süslemeleri kadar avlusundaki havuz da oldukça dikkat çekici. Medreseye girdiğimiz sırada bizi kocaman gözleri ve yanık teniyle 13 yaşındaki Güle Taş karşılıyor. Dedesinin medresenin bekçisi olduğunu söyleyen Güle, bize rehberlik etmeye başlıyor. Sanki dedesinin, babasının konağını gezdiriyor. Öylesine keyifle anlatıyor ki; peşine takılıyoruz.
15. Yüzyıl’da Akkoyunlu Sultanı Kasım ibn Cihangir döneminde tamamlandığını öğrendiğimiz medresenin eğitim verdiği dönemde bölgede önemli bir eğitim merkezi olduğunu söylüyor Güle. Binanın girişinden itibaren taş duvarlardaki ters lalelerin, papatyaların, geometrik şekillerin ve şekillerdeki sayılarının anlamlarını anlatıyor bir bir. Medresenin ortasındaki havuzun ise doğuş, gençlik ve yaşlılığı temsil ettiğini söylüyor.
Sonra bizi çatıya çıkarıp enfes manzarayı gösteriyor. Yakın zamanda medresenin bilim, sanat müzesi olacağından söz ediyor. 11 çocuklu bir ailenin ferdi olan Güle, yörede karşılaştığımız ilk çocuk turist rehberi. Çevredeki rehberleri dinleye dinleye öğrendiği bilgilerle ekibimizdeki herkesin ilgisini çekiyor. Gezimiz sırasında Güle gibi rehberlik yapıp harçlığını çıkaran başka çocuklarla da karşılaşıyoruz. Hiçbir yetkiliye rastlayamadığımız bu özel yerlerde çocuklardan aldığımız bilgilerle yetinmeye çalışıyoruz.
Mardin’e özel tatlar
Mardin’in eski şehirinde yörenin ünlü yemek mekanı Cercis Murat Konağı’nda soluklanıyoruz. Mardin taşıyla yapılmış eski bir konak olan restoranda Mardin Mutfağı’nın özel tadlarıyla buluşuyoruz. Özel bakır kaplar, sürahiler, zarif masa örtüleri, fonda çalan yöreye özgü müzikler, farklı bir damak tadı ve karşınızdaki manzara başka bir dünyaya götürüyor sizi.
Ekşili, narlı salata, içli köfte, kaburga dolması ve yöreye özgü pekmezle yapılmış tatlının hoşluğuyla ayrılıyorsunuz mekandan. Ancak böylesi özel bir mekanda fiyatların fazlasıyla turistik tarifeden olduğunu söyleyelim ki, bunca övgünün peşine takılıp giderseniz sürpriz yaşamayın
Deyrulzafaran Manastırı
Mardin’in içinde kaldığımız zaman, Deyrulzafaran Manastırı’na gideceğimiz için sınırlı. Kentin ana caddesinde, aklımız kalmasın diye bir gümüşçüyü ziyaret edip yöreye özgü telkari işçiliğinin birbirinden güzel örneklerini görüyoruz. Gümüş fiyatları kenti daha önce gezmeye gelen arkadaşlarımızın anlattığı gibi bizim yörelere göre elbette daha ekonomik, ama kesinlikle “ucuz” değil.
Çarşıda yürürken tabelalar, çok katlı binalar, binaların garip çıkmaları arasında kaybolmuş zarif taş işlemeli konak tarzı evleri zorlukla seçebiliyorsunuz. Merkezdeki yerleşimin 1979 yılında kentsel sit alanı ilan edildiğini söylüyor ekipteki bir arkadaşımız. Kent aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesine girmek için 2014 yılında adaylığa hazırlanıyor. Kentte üç yıldan bu yana Tarihi Dönüşüm Projesi’nin devam ettiğini öğreniyoruz. Kentin daracık sokakları son derece ilginç. Taş binaların asıl güzelliğini örten unsurların bir an önce kaldırılmasını dileyerek yeniden gelmek ümidiyle kent merkezinden ayrılıyoruz.
Bölge hepimizin bildiği gibi hoşgörünün, farklı dinlerin buluşma noktası. Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Müslümanlar, Hristiyanlar iç içe yaşıyor bölgede. “Farklı dinlerin cemaatleri ibadetlerini özgürce yapabiliyor” diyor konuştuğumuz herkes burada. Bölgenin en büyük manastırlarından biri olan Deyrulzafaran Manastırı’na gelidğimizde binanın görkeminden etkileniyoruz doğal olarak.
Süryani Kadim cemaatinin dini merkezi olduğunu öğrendiğimiz manastır oldukça görkemli bir yapı.Sarı taştan inşa edilmiş manastır 4. Yüzyıl’da kurulmuş. Manastır’ın içini gezmek için ziyaretçiler bilet alıyor. İçeride gurupları gezdiren bir rehber bulunuyor. Yılda yaklaşık 50 bin ziyaretçileri olduğunu söylüyor genç rehber. Hala ibadetin yapıldığı manastırın ismini çevresinde yetişen safran (zafaran) bitkilerinden aldığı belirtiliyor.
Mezopotamya’nın Efes’i: Dara Antik Kenti
Darül Zeferan Manastırı’nın ardından bölgede dikkat çeken bir başka ören yerine daha gidiyoruz. Mardin’e 30 kilometre uzaklıkta, Nusaybin karayolu üzerindeki Dara Antik Kenti, Mezopotamya’nın Efes’i olarak tanımlanan, oldukça büyük bir antik kent. 1,5 kilometrekarelik bir alanda kurulduğu düşünülüyor. İpek yolu üzerinde yer alan önemli bir yerleşim yeri olan Dara Antik Kenti’nde dünyanın ilk su barajına ait olduğu söylenen kalıntıları görüyoruz.
Kentin ne zaman kurulduğuna ilişkin bilgilerin netlik kazanmamış. Antik kent Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yeni yeni ele alınıyormuş. Antik kentin üstündeki Dara Köyü oldukça bakımsız. Köydeki evlerin taraçalarında çivit mavi boyalı karyolaları görüyoruz. Çivit mavinin yazın serinlemek için çatıda yatanları yılan ve akrepten koruduğunu söylüyor sohbet ettiğimiz bir köylü.
Kentte kaya mezarlarının olduğu bölgede yine çocuk rehberler karşımıza çıkıyor. Yanınıza gelip önce adınızı soruyorlar, sonra kendi adlarını söyleyip tokalaşıyorlar sizinle. Kaya mezarlarının olduğu bölgede tanıştığımız Maho da, tokalaştıktan sonra “Memnun oldum size burayı anlatayım mı?” diye söze başlayıp bölgeyi anlatıyor tıpkı Güle gibi.
Anız yakılan tarlalar
Gün batarken yol boyu uçsuz bucaksız arazileri aşıp dönüyoruz Diyarbakır’a. Bir saatlik yol sanki bitmek bilmiyor. Hemen hemen üç dört kilometrede bir anız yakılan tarlaları görüyoruz. “Anız yakmak zararlı değil miydi toprak için?” diye soruyorum eşime. Ezberlerin tek tek bozulduğu bir coğrafyada olduğumuzu hatırlatıyor bana.
Dönüş yolumuzda su almak için durduğumuz küçük bakkal dükkanının arkasında Mardin’in o fotoğraflarda gördüğümüz ünlü manzarası gözümüze çarpıyor. Bekleye bekleye taş kesmiş gibi duran Mardin’in o ünlü manzarasına bakıp “Tıpkı Kadifekale” deyip yolumuza devam ediyoruz.
Yazar Saadet Erciyas’ın önceki “Kent-Yaşam” yazıları:
[catlist id=18 pagination=no]