
Demiryolu Yapım ve İşletim Personeli Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin (YOLDER) Erasmus+ Programı kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilen “e-RAIL” adlı mesleki eğitim projesinin ikinci toplantısı İtalya’nın başkenti Roma’da yapıldı. Toplantıya projenin İtalyan ortağı Generali Costruzioni Ferroviarie S.p.A. (GCF) firması ev sahipliği yaptı. Bu toplantı vesilesiyle gitme, görme, gezme olanağı bulduğumuz Roma’ya ilişin izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.
Roma her dönem başkent

Dünyanın en fazla turist çeken beş ülkesinden bir tanesi. Tam anlamıyla bir açık hava müzesi. Kent yedi tepe üzerinde kurulmuş. 2 bin 800 yıllık tarihi boyunca Bizans’ın, Roma Krallığı’nın, Roma Cumhuriyeti’nin, Roma İmparatorluğu’nun, Papalık yönetiminin, İtalya Krallığı’nın ve İtalya Cumhuriyeti’nin merkezi olmuş Roma.
Bunca yıl böyle büyük bir kültüre başkentliği yapan kent bunun hakkını da vermiş. Yapılarında önceleri mermeri kullanan Romalılar, mühendislikte son derece ileri gitmişler. M.Ö. 1. Yüzyıl’da betonu kullanmaya başlamışlar ve yaptıkları yollar, köprüler, su yolları, tiyatro ve arenalar mimari tasarımlar bugüne kadar ulaşmış.

Sokaklarında neredeyse günün 24 saati dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş insanlarının dolaştığı; gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel Roma’da gözünüzün değdiği neredeyse her yerde bir tarihi eserle karşılaşıyorsunuz.
Bağıra bağıra konuşmaları, el kol hareketlerini çok kullanmalarıyla, hatta fiziksel görüntüleriyle “Bize çok benziyorlar” desek de, Roma’ya gidince çok da benzemediğimizi fark ediyorsunuz.

Bir kere kimse yanındakini rahatsız edecek şekilde bağıra bağıra konuşmuyor. Nüfusu dört milyonu aşan kentte son derece yoğun trafiğe karşın, korna sesi neredeyse hiç duymuyorsunuz. Vespa motorsikletler buzdolabı magnetlerine konu olacak kadar kentin simgesi olmuşlar. Trafikte son derece şık giyinmiş erkek ve kadınlar, egzoz patlatmadan, hız yapmadan, başlarında kaskıyla kurallara göre yol alıyorlar.
Kardeş Bangladeşliler

Roma’nın en merkezi yeri tren garının olduğu Termini Bölgesi. Burada gözlemleyebildiğimiz kadarıyla “Hop on-hop off” adı verilen, bazısının üstü açık, bazısı tenteli turist otobüsleri, kente birkaç günlüğüne gelmiş yabancılar için harika bir gezi ve keşif olanağı sunuyor.

18 Euro ödeyerek gün boyunca başta muhteşem yapıt Colosium olmak üzere zaten bir açık hava müzesi izlenimi veren kenti keyifle dolaşıyorsunuz. Kimi yerde çınar ağaçlarının yapraklarına değerek kimi yerde tatlı bir esintinin yüzünüzü yaladığı iki katlı tur otobüslerine binerken çevrenizi Bangladeşli “kardeşler” sarıveriyor.

Kentin su, şapka ve selfi çubuğu sektörü belli ki Bangladeşli göçmenlerden soruluyor Roma’da. Türkiye’den geldiğinizi anlayıverince, “İstanbul, İzmir, müslüman, kardeş” kelimelerini ardı ardına sıralayıp sıcaklık yapıyorlar sizinle. “Son fiyat” cümlesiyle biten tatlı pazarlıklarda siz memnun, onlar memnun ayrılıyorsunuz kardeşlerden.
Demli çaya kısa bir ara
Eğer bir çay tiryakisiyseniz, kahvaltıya düşkünseniz ben de yazayım, İtalya’da hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Kruvasan, ekmek yerine geçmiş gibi. Genelde reçelli, muhallebili sunulan kruvasanlar elbette çok lezzetli. Ancak domates, yeşil zeytin, zeytinyağı, roka, maydanozla renklenmiş kahvaltılarımızın yanında biraz bayıyor kruvasan.
Yemek içmekten söz edince makarna ile pizzaların ve tabii rengarenk dondurmaların binbir türlüsünü tatma olanağınız var elbette. Birkaç Euro ödeyerek elinizde pizzayla da dolaşabilirsiniz, bir küçük kafede de soluklanabilirsiniz.

Bu arada Roma’da kafede oturup sadece bir bardak su içeyim derseniz, garsonların “Sadece su olmaz, bir şeyler de yemelisiniz” uyasırıyla karşılaşabilirsiniz. Kafelerin kapısındaki masalarda ve içinde oturmanın tarifesi biraz farklı bu kentte. Roma Belediyesi’nin kente ek gelir yaratmak için yaşama geçirdiği turistten şehir vergisi de alınan Roma’da bu uygulamaya şaşırmamak gerek belki.
Keyifli duraklar
Roma her noktası keyifle gezilecek, birkaç gün değil, belki bir kaç ay kalsanız ancak keşfedebileceğiniz tarihi ve turistik bir kent. Bizim gibi kısa süreliğine gelenler için “görmeden dönme” kategorisinde bulunan yerleri paylaşayım.

Bu yerlerden ilki halk arasındaki adıyla Aşk Çeşmesi. Asıl adı Trevi Çeşmesi olan ve 150 yılda tamamlandığı bilinen çeşmeye arkanızı dönüp bir, dileğinizin gerçekleşmesi bir de Roma’ya yeniden gelmek için para atmak adet olmuş. Ne yazık ki görkemli çeşme tadilatta ve çevresi camekanla çevrili olduğu için biz bu adetten vazgeçip, cebimizdeki paralarla ünlü makarnacı Pastaficio’nun yolunu tutuyoruz.

1918 yılından beri açık olduğu söylenen ve el yapımı makarna yiyebileceğiniz dükkanda, ayakta gayet doyurucu bir miktarda sunulan makarnadan yemek için kuyruğa girmeniz gerekiyor. Pastaficio’da yediğiniz makarnaları eritmek için yapacağınız en iyi iş, aynı bölgede bulunan ünlü İspanyol Merdivenleri’ne doğru yürümek.

Bir söylenceye göre soyluların yanında çalışan İspanyol hizmetkarların alışveriş eden efendilerini oturup bekledikleri için İspanyol Merdivenleri olarak anılan Piazza Spagna, keyifli bir durak. Üst kısmında İspanyol Büyükelçiliği’nin yer aldığı merdivenlerin karşısındaki meydanda gemi şeklinde tasarlanmış Fontana della Barcaccia (Eski gemi çeşmesi) kentte yer alan birbirinden hoş tasarımlı tarihi çeşmelerden.
Merdivenlerin hemen karşısında uzanan cadde, Via Condotti (Condotti Caddesi) limiti yüksek kredi kartına sahip olanların pek seveceği bir cadde. Aklınıza gelebilecek tüm ünlü markaların gösterişli dükkanları bu caddede sıralanmış.
Vatikan’ın görkemi

Roma’nın içinde bir ayrı ülke olan Vatikan da oldukça etkileyici bir bölge. Papa’nın son derece fotojenik çekilmiş, güleryüzlü fotoğraflarıyla bezenmiş onlarca hediye seçeneğinin sunulduğu dükkanları aşarak ulaştığınız San Pietro Meydanı görkemiyle baş döndürücü.

Ünlü heykeltraş Bernini tarafından tasarlanan 284 sütun ile çevrili meydanda, sütunların üzerindeki aziz ve şehide ait heykelleri izlemek son derece keyifli. Biz akşam üzeri ziyaret ettiğimiz için Vatikan’daki müzeleri ne yazık ki göremiyoruz. Ama ortalığın sakin olmasından yararlanıp en azından meydanı rahatça dolaşabiliyoruz.
Daracık sokaklardaki görkemli binalar

Keyif veren duraklardan bir başkası ise Piazza Navona. Eski bir stadyum olarak inşa edildiği anlatılan, çevresi neşeli küçük kafelerle çevrili meydan, ressamlar, sokak sanatçılarıyla cıvıl cıvıl bir alan. Dört Nehir Çeşmesi’nin odak noktası olduğu meydanda zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız siz de.

Bizi etkileyen görkemli yapılardan bir diğeri ise Navona Meydanı’na yürüyüş mesafesinde yer alan ünlü Pantheon Tapınağı. Yunanca “tüm Tanrıların tapınağı” olarak tanımlanan tapınak, daracık sokakları geçip de karşınıza çıktığında şaşırtıyor insanı. Zaten Romanın sokaklarında hep bu şaşkınlığı yaşamak mümkün. Ummadığınız bir yerde karşınıza çıkan kocaman kapıları, yüksek sütunlu girişleri, cephesinde görkemli heykeller bulunan binalar oldukça etkileyici. Pantheon Tapınağı, 7. Yüzyıl’da inşa edilmiş ve 43 metre çapındaki beton kubbesiyle dünyanın en iyi korunmuş mabedlerinden biri olarak biliniyor.

Alışveriş yapmak isteyenlerin mutlaka uğradığı duraklardan bir diğeri de Campo de’Fiori. 3 Euro’ya satılan el yapımı makarnalar, baharatlar, çiçekçiler, peynirciler, sebze-meyva satıcılarının yer aldığı bu pazaryeri de görmeden dönme kategorisindeki yerlerden biri…
Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas