İzmir’de ayakta kalmayı başarmış sağlık alanındaki sayılı kültür mirası yapılarından Gureba-i Müslimin Hastanesi, 165 yıllık tarihi boyunca yüzbinlerce insanın yaşamına dokunmuş. Sadece İzmir kent merkezine değil bölgeye de hizmet veren hastane, uzun yıllar el yapımı ilaçları hazırlayan eczacıları ve yetenekli doktorlarıyla şifa dağıtmış kuruluşundan bu yana.

Şu satırları okuyan kim bilir kaç kişinin bir yakını bu hastanede doğmuş, burada tedavi görmüş, şifa bulmuş ya da yaşama veda etmiştir. Kim bilir kaç kişi bu hastaneden aldığı “heyet raporu” ile eğitimine, işine, konumuna kavuşmuştur.
Bugün zemin katında Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bağlı poliklinik hizmeti verilen binanın üst katları ise İzmir Kuzey Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği olarak kullanılıyor. Binanın Konak Tüneli’nin bulunduğu Varyant’a bakan ön yüzünde “Sağlık Müzesi” tabelası bulunsa da tescilli yapı, klasik olarak bir müze konumunda değil.

Müze olabilmesi için öncelikle İzmir Valiliği’nin yaşama geçmesi uzun yıllar sürecek bir restorasyon projesi hazırlaması gerekiyor.
İki hafta önce “Sağlık Müzesi” tabelasının öyküsünü “Memleket Hastanesi müze olmayı bekliyor” başlıklı yazımda anlatmıştım. Bu hafta ise İzmir Kuzey Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği’nde görevli sanat tarihçisi Şengül Evcil’le dolaştığım yapıya ilişkin izlenimlerimi paylaşmak istedim.
İngiliz mezarlığındaki hastane

Halk arasında daha çok Memleket Hastanesi ya da Konak Doğum Evi olarak bilinen Gureba-i Müslimin Hastanesi, eski bir İngiliz mezarlığı üzerine inşa edilmiş. Tanzimat döneminin bürokratlarından Emin Muhlis Paşa’nın önderliğinde 1849 yılında temeli atılan hastane, 1851 yılında açılmış. Altmış yatakla hizmet vermeye başlayan İzmir’in ilk müslüman hastanesinin kadrosu o gün için bir doktor, bir cerrah, bir eczacı, müdür ve katipten oluşmuş.
Bina artan ihtiyaca cevap veremediği için 1982 yılında yapılan Yeşilyurt’taki yeni hastaneye taşınsa da, farklı işlevler yüklenerek sağlık alanında hizmetini hep sürdürmüş.

Başak Ocak ve Özlem Yıldırır Kocabaş’ın kaleme aldığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kent Kitaplığı’ndan yayımlanan “İzmir Gureba-i Müslimin Hastanesi’nden İzmir Devlet Hastanesi’ne – Bir Hastane Öyküsü” kitabından öğrendiğimize göre yapı, 1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Savaşı sırasında İngiliz doktorların lojmanı olarak kullanılmış. Savaş bittiğinde hastane normal işlevine dönmüş yeniden.

Hastanenin adını tıp tarihimize altın harflerle yazdıran, yaptığı başarılı ameliyatlarla büyük ün kazanan Şeyhü’l-Etıbba (Başhekim) ünvanlı Doktor Mustafa Enver Bey 1879 yılından itibaren hastanenin kadrosuna katılmış. Hayırseverlerin önemli bağışlar yaptığı hastanenin, o yıllarda sahip olduğu cerrahi aletlerin Avrupa’daki büyük hastanelerden hiçbir farkı bulunmadığı biliniyor.
Gülsuyu imalatından kazanç
İzmir’in ilk müslüman hastanesinde, yatılı olmayan fakir hastaların muayenesinden ücret alınmazken, her dinden ve milletten hastaya hizmet veriliyor. Kurumun personeli arasında ise Türk, Rum, Ermeni, Yahudi doktorlar, eczacı ve eczacı kalfaları çalışıyor. Başhekim Doktor Mustafa Enver Bey’in yönetiminde, daha sonra hastanenin baş eczacısı olacak Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın da çalıştığı kurum, temizliği, hastaya verdiği kaliteli hizmetiyle tanınıyor. O dönemde İzmir’de levantenlerin ve gayri müslimlerin sahip olduğu hastanelerde çalışan doktorlar da kimi zaman gönüllü olarak burada çalışıyor. Hastaneyi ayakta tutabilmek amacıyla yardımlar, konserler, piyangolar düzenleniyor. Hastanenin imbikhanesinde üretilen gülsuyu satışı da hastane için önemli bir gelir kaynağı oluyor.

Kitaptan öğreniyoruz ki, 20. Yüzyıl’ın başlarına gelindiğinde yatak kapasitesi 200’e ulaşan hastanenin 30 koğuşu, ameliyathanesi, doğum odası, el yapımı ilaçların da hazırlandığı eczanesi, bir idare odası, bakteriyoloji laboratuvarı, deneylerde kullanılacak hayvanların barındığı bir bahçe, bahçenin ortasında bir köşk, modern bir etüv makinesi, bir mescit, mahkumlar için üç koğuş, bir hamam, Hamidiye Sanayi Mektebi için ayrılmış bir koğuş, hasta taşımak için kullanılan tekerlekli lastikli arabalar ve imbikhanesi bulunuyor.
Eklentilerle genişlemiş

Bugün 6 bin metrekare alan üzerinde bulunan hastanenin, 1851’de kesme taş ve tuğla duvardan inşa edilen ilk bölümünün mimarı bilinmiyor. Sanat tarihçi Şengül Evcil, bir bodrum kat üzerinde yükselen iki katlı hastane yapısının yıllar içinde ihtiyaçlar doğrultusunda eklentilerle genişlediğini belirtiyor. 1892 yılında inşa edilen bölümün ise Rıhtım İdaresi’nde görevli mimar Mösyö Rok tarafından tasarlandığını anlatıyor.

Dimdik duruşuyla İzmir’in 165 yıllık tanığı Memleket Hastanesi’nin çok katlı otopark yönündeki girişinden içeriye adımınızı attığınız andan itibaren yüksek tavanların görkemi, geniş pencerelerden içeri süzülen ışığın yarattığı ferahlık duygusu sizi karşılıyor. İki katlı taş yapının neo-klasik tarzda inşa edildiğini anlatan Evcil, binanın ana giriş kapısında üzerinde sonradan yapılan eklentiler nedeniyle biraz da gözden kaybolan kitabeye dikkat çekiyor.

Aynı yerde bulunan döner kapının ise Fransa’dan getirtilen özel olarak tasarlanmış madalyon desenli yer karolarını tahrip ettiğini görmek insanı üzüyor. Şengül Evcil’le hastanenin özgün dokusu korunmuş üç önemli mekanını dolaşıyoruz. Giriş katındaki eczane, yine aynı kattaki küçük mescit ve hastanenin efsane olmuş başhekimi Mustafa Enver’in adının verildiği toplantı salonunu heyecanla geziyoruz.
Eczane göz kamaştırıyor

Hastanenin uzun koridorları üzerinde bulunan ve eczanenin olduğu bölüme geçilen bir odada, ileride gerçekleşebilecek müzede sergilenmek üzere derlenen malzemeleri gösteriyor Evcil. Çocukluğumuzdan başlayarak hastanelerde görmeye alışık olduğumuz malzemelerin artık bir tarih olduğunu konuşuyoruz. Malzemelerin farklı hastanelerden ve Karşıyaka Belediyesi’nden derlendiğini anlatan Şengül Evcil, her fırsatta tarih bilincimizin, arşivleme ya da koruma anlayışımızın olmadığına dikkat çekiyor.

İmbikhaneden, koğuşlardan, piyangolardan bir belge bir obje görürüm diye umduğum bölümden biraz hayal kırıklığıyla ayrılıyorum. Şengül Evcil, hastaneye ait çok sayıda malzemenin 1982 yılında Yeşilyurt’a taşındığını ve bugün Güney Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği’ne bağlı, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesindeki küçük sergilikte sunulduğunu anımsatıyor.

Malzemelerin derlendiği bölümden eczaneye geçiyoruz. Eczanede gerçekten insanın tüylerini ürperten bir atmosfer var. 1892 yılından sonra yapılmış bölümdeki eczanenin ahşap dolapları ve tavan süslemeleri olduğu gibi korunmuş. Eski ilaç kutularının ve malzemelerin de bulunduğu bu bölümün müze gerçekleştiğinde koleksiyonerlerin de katkılarıyla çok zengin ve renkli bir görünüme kavuşacağını düşlüyorum.

Eczanenin önemli bir özelliği de çalışanları. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Eczacılık Bölümü’nden 1903 yılında “en genç eczacı” ünvanıyla 18 yaşında mezun olan Süleyman Ferit Bey, 1905 yılından itibaren burada baş eczacı olarak çalışmış. Eczanenin renkli el işi tavan süslemeleri ciddi bir onarım bekliyor. Bina içinde yaşam sürdüğü ve aktif koruma yapıldığı için bugüne kadar gelebilen süslemelerde, dikkatle bakılınca kırmızı kanatlı ejder motifleri görülüyor.

Binada orijinal haliyle korunabilmiş mekanlardan birisi de küçük mescit. Mescit de tavan süslemeleri ve minberiyle dikkat çekiyor. Hastanenin tarihi atmosfere sahip alanlarından bir diğeri de, kapısının girişinde başhekim Mustafa Enver’in adını taşıyan mermer kitabenin bulunduğu toplantı salonu. Yine etkileyici kalem işi tavan süslemelerinin bulunduğu salonda, seramik süslemeleri ve mermerleriyle 1. Kordon’daki Atatürk Müzesi’ndekine benzer, bir şömine bulunuyor.

Gezimiz sırasında Memleket Hastanesi’nin mimarı belli olmayan ilk bölümünden kalan küçük bir detayı da gösteriyor Şengül Evcil. Binanın Konak Tüneli bölümüne bakan yüzündeki taş duvarda, inşaatta çalışan işçilerin yaptığını düşündükleri ay-yıldız figürünü ve Arapça olarak yazılmış Allah yazısını fotoğraflıyoruz.
Yolunuz Konak’a düşerse, önünden yüzlerce kez geçip gittiğimiz ama günlük yaşamın telaşından belki de hiç fark etmediğimiz İzmir’in 165 yıllık tanığına siz de bir “merhaba” deyin. Ana binanın basamaklarını çıkıp tarihe kısa bir yolculuk yapın. İzmir Valiliği’nin müzeye dönüşmesi için restorasyon projesini en kısa zamanda hazırlamasını dilediğim bu eşsiz yapıda, onca olanaksızlığa karşın yakınmadan yıllarca şifa dağıtanlara siz de bir selam gönderin.
“Belge, fotoğraf bekliyoruz”

İzmir Kuzey Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği sınırları içinde çok sayıda tarihi sağlık yapısı bulunuyor. Sekreterlikte Kültür Sanat Birimi Sorumlusu olarak görev yapan Sanat Tarihçisi Şengül Evcil, hastanenin müze olabilmesi için öncelikle ciddi bir onarımdan geçmesi gerektiğini, restorasyon çalışmaları için valiliğe başvurduklarını belirtiyor. Evcil, “Hastanenin onarımı tahmin edersiniz ki en az üç dört yıl, belki de beş yıl alacak bir süreç. Biz de bu süreçte envanterimizi çıkartıyoruz. Tarihi belge ve bilgileri, İzmir’de sağlık alanında kullanılan tıbbi malzemeleri derliyoruz. Bir çeşit tarih araştırması yapıyoruz. Hastanemiz içinde ayırdığımız bölümde topluyoruz bunları. Bu süreçte İzmirlilerden de destek bekliyoruz. Ellerinde hastaneyle ilgili bilgi belgesi olanlar, fotoğraflar bulunanlar bize bunları ulaştırabilir” diyor.